KitapTahlil

Gogol – Burun: Sadece bir organ mı, yoksa bir toplumun kimlik krizi mi?

Mart ayının bir sabahı, ekmeğin içinden bir burun çıkar. Yanlış okumadınız. Neva kıyılarında tıraş sabunuyla gözünü açan berber İvan Yakovleviç, kahvaltısını hazırlarken ekmeğin arasında müşterisinin burnunu bulur. Ve sonra, bir memur aynaya bakar ve yüzünün ortasında koskoca bir boşlukla karşılaşır.

Başlar böyle. Bir adamın burnu yoktur artık. Ve kimse de bu yokluğu garipsemez.

Gogol’un Burun hikâyesi, öyle uzun uzun anlatılacak olaylar zincirine yaslanmaz. Absürt, tuhaf, çocuksu bir kurgu gibi görünür ilk bakışta. Ama dikkatli okuyan için bu hikâye bir cerrahi operasyondur: Cemiyeti kesip açar, içini gösterir. Orada ne var? Rütbeye tapanlar, görünüşle değer biçenler, kılığına göre selam verenler… Ve en mühimi: Burnunu kaybettiğinde insanlığı da kaybedenler.

Burnun yerinde olmaması, sadece estetik bir kayıp değildir Gogol’ün dünyasında. Çünkü burun, burada “ben kimim?” sorusunun cevabıdır. Burun statüdür. Burun itibardır. Burun, burnunu büyük görmektir.

Kovalev sabah aynaya baktığında yüzü dümdüzdür. Ne gariptir ki, asıl rahatsızlığı bu değil. O artık insanlar arasında “görünemeyecektir.” Hanımefendilerin de olduğu akşam yemeğine davetlidir. Lakin burunsuz bir adamla kim görüşmek ister?

“Şu anki durumumdan daha kötüsü ne olabilir?” diye sorar.

Burnun Rütbe Atlarsa, İnsan Ne Yapar?

Kovalev sokakta yürürken birden burnunu görür. Ama bu burun, onun bildiği o mütevazı, yüz ortasına iliştirilmiş kıkırdak parçası değildir artık. Hayır, bu burun başını almış gitmiştir. Üniformasını giymiş, rütbe takmış, bir “beyefendi”ye dönüşmüştür. Adamın burnu adamdan üstündür artık.

Şimdi burada duralım.
Gogol bir cerrah gibi davranmıyor sadece. Bir kuklacı. Toplumun nasıl işlediğini gösteriyor bize: İnsanlar görünüşe göre selam veriyor, ünvana göre değer biçiyor, üniformaya göre saygı duyuyor. Kimse senin kim olduğunu, ne düşündüğünü, nasıl bir kalbin olduğunu umursamıyor ki. Burun var mı? Varsa mesele yok. 

Kovalev’in burnunu kaybetmesi, kendi deyimiyle, “ne idüğü belirsiz” biri hâline gelmesi demek. Burnun kaybolmasıyla hüviyetin de siliniyor. Bir kamu görevlisi düşün: Kartviziti cebinde, şapkası başında, janti giyinmiş ama burnu yok.
Ciddiye alınır mı? Hayır. Çünkü cemiyetin ölçüsü şahsiyet değil, kılık.
Görünürlük, hakikatin önüne geçmiş. Gösteri, gerçeğin yerine konmuş.

Kovalev burnunu kilisede görünce yanına gidip nazikçe rica ediyor:
“Saygıdeğer bayım! Daha nasıl açıklayayım bilemiyorum. Durum, sanırım, bütün çıplaklığıyla ortada. Ya da sizin istediğiniz, belki… Her neyse… Siz benim… burnumsunuz! “”

Ama burun onu tanımıyor bile. Görüşmek istemediğini söylüyor ve uzaklaşıyor. Yani burnun bile seni tanımıyorsa, sen kimsin? Absürt!

Burada Gogol öyle bir katman açıyor ki, Kafka’ya, Orwell’a, hatta bugünkü sosyal medya cehennemine kadar uzanır bu mesele. Bugün de insanın “kendisi”nden çok, yansıması önemli değil mi? Profil fotosu, takipçi sayısı, mavi tik, marka kıyafet, cümle aralarına serpiştirilmiş İngilizce kelimeler… Burunsuz kalmaktan korkmuyor muyuz hepimiz? 

Ya sonuçta image’imiz, style’ımız, o cool vibe’ımız falan crash olursa diye korkmuyor muyuz (!)? Flawless look’umuz var sonuçta, yani kim ister basic görünmeyi (!)

Herkesin Herkesi Gözetlediği Bir Şehirde, Bir Burun Fazlalık Sayılır

Berber İvan sabah ekmeğini keserken burnu bulur ya hani, işte o an panikler. Ne yapacağını bilemez. Karısı bağırır: “Kimin burnunu kestin sen?!” İvan bir suçlu gibi hisseder. Suçludur da belki. Ancak asıl korkutucu olan, burnun kime ait olduğu değil; bir buruna sahip olmanın ya da onu kaybetmenin başlı başına bir mesele olmasıdır.

Burnu kim kesti, neden kesti, bu burnun ekmeğin içinde ne işi var? Bunları kimse sormaz. Herkes sadece şunu düşünür: “Bir an önce kurtulmam lazım.”

İvan burnu bir beze sarar, cebine koyar ve sokağa fırlar. Gideceği yer bellidir: Neva Nehri. Burnu usulca suya bırakmak ister. Önce etrafı kolaçan eder. Kendisini gören var mı? Takip eden biri? Çünkü Gogol’un Petersburg sokaklarında, yalnızca insanlar yürümez. Bakışlar yürür. Denetim yürür. Bir memur görebilir, bir polis sual edebilir, bir üst rütbeli “bu nedir?” diyebilir. Ve o zaman ne olacak? Bir burun yüzünden sorguya çekilmek mi?

İvan burnu suya bırakmak ister ama bunu bile ancak bir tiyatro oyuncusu gibi rol keserek yapabilir. Burnun bedenle ilişiği kesildiği anda, onunla ne yapılacağı bile artık şahsın değil, sistemin meselesi olmuştur. İşleyen çarkın içerisinde bir uzuv bile kendi başına sorun çıkarabilir. Ve görülen o ki: Bu çarkta, ferdin başına gelen hiçbir şey sadece onun başına gelmiş sayılmaz.

Kovalev’in başına gelen her şeyin ardından yaptığı ilk şey neydi?
Polise gitmek.
Gazeteye gitmek.
İlan vermek.
Çünkü nefs kendiyle baş başa kalamaz. Her şeyi sistemin düzeltmesini bekler. Ama sistem de burnu tanımaz. Gazeteye gider, ilan vermek ister.
Yanıt?
“Böyle bir ilan yayımlayamayız! Gazetenin adı lekelenebilir.”

İşte bu, Gogol’ün asıl meseleye dürbün tuttuğu andır. Yani bir burnun kaybı bile sansürlenebilir bu nizamda. Bir organın yokluğu, toplumsal itibarın sarsılmasına yetebilir. Ama bunun haber olmasına yetmez.

Burnun “şehirden kaçma” çabası da işin tuzu biberi. Riga’ya kaçarken yakalanan bir burun… Gözlüksüz polis memuru önce onu insan sanıyor.
Gözlüğünü takınca gerçek ortaya çıkıyor: Bir burun bu! Ama şık giyinmiş, üst düzey bir burun.

Burun burada yalnızca bir organ değil; üniformanın, makamın, statünün nişanıdır. İnsan olmak, bu nizamda ikinci plandadır.

Çünkü bazı insanlar vardır; sureti yerindedir ama burnu kayıptır. Kovalev gibi. Yani görünür, ama tanınmazlar. Kimileri de vardır ki, burunlarından gayrı, yüzlerinden geriye hiçbir şey kalmamıştır.

Gogol, burada absürt olanla gerçek olanın sınırlarını bulanıklaştırır. Çünkü burnun gerçekten kaçtığı bu hikâyede asıl kaçan şey, toplumun sağduyusudur. Önce görünüş gelir, sonra kimlik. Gogol burada kahkaha atarak değil, dudak bükerek güldürür. Çünkü anlattığı şey yalnızca Rusya değil. Her devlette, her nizamda, her sınıfta burunlar kol gezer.

Ve Burun Yerine Döner… Ama İnsan Yerine Dönmüş mü Olur?

Tüm bu absürtlüklerin ardından burnun bir sabah, hiçbir açıklama olmadan yerine geri dönmesiyle biter hikâye. Ne bir büyü bozulur, ne biri suçlanır, ne de bir “sebep” bulunur.

Kovalev aynaya bakar, burnu yerindedir.
Ve sevinçle yeniden sokağa çıkar.
Flört etmeye, gezmeye, görünmeye…

İşte bu noktada Gogol sessiz bir kahkaha atar. Çünkü burnun geri dönmesi bir kurtuluş değildir. Hikâyede hiçbir karakter değişmez. Hiçbir ders alınmaz. Kimse bu garip olaydan ibret çıkarmaz.

Çünkü mesele burun değildir. Mesele, insanların burnunun ucunu görememesidir. Ve hâlâ o burunla gurur duymalarıdır.

Gogol’un burnu; bir milletin kibirli burunlarını, rütbe düşkünlüğünü, koltuk sevdasını, dış görünüşe tapan yapısını, her an “görülme” ve “beğenilme” arzusuyla şekillenmiş bir benliği temsil eder.

Bugün bakınca da çok şey değişmiş değil gibi. Onu da siz kıymetli okurların takdirine bırakıyorum…

Görünüş, rütbe, etiket, unvan… hâlâ en güçlü burunlar arasında.

Ve bir sabah, belki biz de aynaya bakacağız…
Ve bir eksik hissedeceğiz yüzümüzde.
Ama gördüğümüz şey bir yüz değil, sadece bir burun olacak.

——

Yazarın Diğer İçerikleri:

Valide (Psikoloji)
İnsanlık Krizi (Fikir)
Güneşin Batmadığı Devletin Güneş Görmeyen Kalbi: Londra (Seyahat)
Gelip Geçen Ömürdü (Şiir)

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Ömer Faruk GÜLER

Turkey Tribune Editörü. Yazar. Şair. Uluslararası İlişkiler. Yönetim Bilişim Sistemleri. Kadim Yazılar Meraklısı. Londra Doğumlu. Şark irfanına âşık.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu