
1995 yılının sonuna doğruydu. Eylül ayının ilk haftası yeni bitmişti. Ben de diğer arkadaşlarım gibi yeni başlayacak eğitim-öğretim hayatına katılacağım için çok heyecanlıydım. O yıllarda defterler atılmaz kalan sayfalarından devam edilir, kitaplar ise bir üst sınıftan alt sınıflara ya miras bırakılır veya satılırdı. Bu yüzden temiz ve düzgün kullanılmaya ihtimam gösterilirdi.
Biz üç arkadaş çok iyi anlaşır hiç ayrılmazdık. Birimiz tıkandığında diğeri açar, birimiz hata yaptığında diğeri onu düzeltirdi. Aslında ikimiz, diğerinin doğru ve düzgün olabilmesi için gayret sarf ederdik. Zaten düzgün fiziği, havalı duruşuyla herkesi kendine hayran bırakırdı Kalem. Ben ise yumuşaklığımla, kokumla, rengimle ve iyi silmemle bilinir, dikkatleri hemen üzerime çekerdim. Kalemtıraşın ise dili çok keskindi, çeki düzen vermekte üstüne yoktu, ama garibim senenin sonunu ya görür ya göremezdi. Hayat mı onu yorardı, yoksa o mu ümitsizliğe kapılırdı bilinmez artık, dilini eskisi gibi ustalıkla kullanamaz, olur olmaz kırmaya başlardı çünkü.
Erkek çocukları kızlara nazaran çok ihtimam göstermez ve pasaklı olurlardı. Birçoğumuzun karnına kalem sokulup, başı gövdesi koparılarak kalemtıraş gibi senenin sonunu göremeyişine şahit olmuşluğum vardır. Ama kız çocukları öyle mi! Bizi ihtimamla saklar, dikkatlice kullanır, arada bir koklardı da. Hatta bitmeyelim diye hatalı yazmaktan çok imtina ederlerdi.
Bunlardan habersiz açılmamış kutularımızda beklerken bir kız çocuğu girdi dükkâna. Ailesinin ve kendisinin giyim kuşamına bakılırsa, her şeyin iyisini ve yenisini almalarından varlıklı oldukları belliydi. Meğerse bu gelenler yeni sahibem ve ailesiymiş. Biz üç arkadaşı satın alıp bir kutuya koymuşlar ve böylece yolculuğumuz başlamıştı.
Anne ve Baba kızlarına “yavrum okulda dikkatli ol, yabancılarla konuşma, malzemelerine sahip çık” gibi tavsiye ve ikazlarda bulunuyorlardı. Yeni sahibem henüz birinci sınıf talebesiydi. Okumayı yazmayı sınıfın diğerleri gibi o da bilmiyordu.
Öğretmen ilk iki hafta çizgi çalışmaları gösteriyordu. Ama ne çalışmalardı onlar. Bütün bir senenin işi sanki o iki haftaya yüklenmişti. Böylesine yoğun çalıştığım görülmemiştir doğrusu. Hele o selvi boylu kalemi bir görseydiniz, pamuk prensesin yedi cüceleri gibi kısacık kalmış, yarıya gelmişti bile. Kalemtıraş ise ilk başta bu işten zevk alıyordu, sonraları o da yorulmaya başlamıştı.
Acaba sınıfta bizim gibi başka çalışan var mı diye baktığımda, manzara hep aynı hatta daha da içler acısıydı. Hani biz ayrılmaz üç arkadaştık demiştim ya, sınıfın geri kalanı için vaziyet öyle değilmiş meğerse. Başka bölgeden çalışmak için gelen işçi çocuklarının kiminde silgi, kiminde kalemtıraş ve hatta giyecek öğrenci önlüğü bile yoktu. Kimilerinin öyle küçük kalemleri vardı ki, ancak o minicik parmaklar tutabilirdi zaten. Bazılarının ise kalemtıraşlarının olup olmadığını anlamak için sormaya lüzum bile yoktu, kalemlerin uçlarında ki derin kesikler haykırıyordu her şeyi.
Günlerden bir gün, garip ve yoksulluğu, abisi veya bir başkasından kalan ütüsüz önlüğünden, eski ve numarası büyük ayakkabısından anlaşılan bir yavrucak beni sahibemden istemişti. Beni isterken yaşadığı o mahcubiyeti, o sâfiyâne bakışları hâlâ gözümün önünde. Kim bilir beni istemek için, içinden kaç kere prova yapmıştı ve neler umut etmişti? Belki de yalnızlığına bir arkadaş arıyordu veya gerçekten ihtiyacı vardı bana. Sahibem ise sert bir tonla “olmaz veremem, şu haline baksana, hem fakirsin hem de bizim bu yöreden değilsin” demez mi! Aman Allah’ım bu nasıl bir sözdü böyle! Kanım dondu, ruhum çekildi bedenimden. Bir masumun başka bir masuma böyle davranması, böyle söylemesi kimin aklına gelebilirdi ki!
Ben bir silgiydim ama bu ânı, o körpe yavrunun aklından nasıl silecektim. Hangi silgi silebilirdi. Mürekkeple yazılmış bile olsa, orayı kazıyana kadar silmek için uğraşır veyahut kalemden rica eder bir çizgi çekilip karalayarak düzeltilebilirdi. Ama maalesef zihinlere kazınan bu hadise için elimden gelen bir çare yoktu.
O yavrucağın gözünden akan yaşlarla boynunu bükerek gidişi aklımdan çıkmıyordu. Zaten o günden sonra kaskatı kesilen bedenim iyi silmemeye başladı.
Bir zamanlar silmekten zevk alan kıymet gören biriyken, şimdilerde bir kutuda amaçsızca sonunu bekleyen bir silgi oldum.
Kim bilir belki beni avuçlarının arasına alıp, sıcaklığıyla yumuşatacak ve o eski günlerimi bana kazandıracak, belki de sadece gücümün yeteceği şeyleri silmemi sağlayacak bir sahip bulurum.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.