
Büyükşehrin sabah telaşı başlamıştı. Her evinden çıkan, büyük bir telaşla bir yerlere koşturuyordu. Kimisi minibüs durağına, kimisi otobüs durağına, kimisi yürüme mesafesindeki iş yerine hızlı adımlarla, bir an önce hedefine varmak için mücadele veriyordu. İşlerine zamanında varmaktan başka hiçbir hayalleri yok gibiydi. Birbirlerine küs gibi, kimse kimseyle konuşmuyor, göz göze gelmekten kaçınıyordu.
Bu telaş içinde açılan metrobüs kapısına, durakta bekleyen insan kalabalığı ile birlikte o da bir hamle yaptı. Bir ayağını metrobüsten içeri atmaya muvaffak oldu. İçeride iki ayağının yerleşeceği kadar bir yer bulanlar kendilerini şanslı sayıyordu. Bugün şanslı olanlardan biri de oydu. Boş yer aramıyordu. Bu kalabalıkta yer olmazdı zaten. Oturanlardan birinin tepesine dikildi. Sağ kolunu yukarı uzatarak tutamak yerinden tuttu. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen gençlerden kendisine yer vermelerini beklemiyordu. Tecrübeleriyle böyle bir beklenti içine girmemeyi öğrenmişti.
Bir baÅŸka metrobüs yolculuÄŸunda bir yaÅŸlı, oturan genç bir kızdan yer istemiÅŸti. Genç kız, dedesinin yaşındaki adama dik dik bakmış; “Daha ne zamana kadar yaÅŸlılara yer vermek zorundayım? Hem ben çalışıyorum. İşyerinden geliyorum. Gün boyunca ayakta çalıştım. Yorgunluktan ayakta duracak halde deÄŸilim. Durakta sıraya girdim oturmak için. Zar zor yer bulabildim. Sen ÅŸimdi yerimi benden istiyorsun. Hem senin iÅŸten geldiÄŸini de sanmıyorum. Keyfin için gezmeye çıkmışsın. Bu yaÅŸta dışarıda ne iÅŸin olabilir? Hadi diyelim ki canın sıkıldı, gezme ihtiyacı hissettin, dönerken neden tam da mesai saatinin bitimini bekliyorsun? Bir saat daha geç gelsen, biraz sakinleÅŸse zaten yer de bulursun. Kusura bakma sana yerimi veremem” demiÅŸti. YaÅŸlı adam cevap verememiÅŸti. Genç kız normal bir sesle deÄŸil yüksek bir sesle, bağırarak, yaÅŸlı adamı azarlar gibi konuÅŸmuÅŸtu. Bütün metrobüs yolcuları bu konuÅŸmayı net dinlemiÅŸlerdi. Hiç kimse müdâhil olmamıştı. Hayretle genç kızın anlattıklarının doÄŸru olduÄŸunu düşünmüştü. O zamana kadar kendisi hiç gençlerden yer istememiÅŸti. Ama gençlerden kendisine yer verenler oluyordu ara sıra. Bu olaydan sonra ise böyle bir beklentiye dahi hiç girmedi.Â
Bir koluyla metrobüsün tavanına asılı dururken diğer eliyle omuzuna asılı çantasından kitabını çıkardı. Tek elle ayraç yerini buldu ve okumaya başladı. O gün şanslı günündeydi. Daha kitabın satırları arasında kaybolmadan önünde oturan iki genç metrobüsten indiler. Onlara yol verdikten sonra pencere önündeki koltuğa iyice yerleşti. Kitaba daldı. Böyle durumlarda kitabın içinde kayboluyor, dış dünyayla adeta alâkası kesiliyordu. Metrobüsteki durak anonslarını, tartışmaları, çekişmeleri, yer kavgalarını, her durakta inme binme telaşlarını hiç duymuyordu. Bazen indiği durağı bile kaçırdığı oluyordu. Neyse ki hangi durakta kitaptan uyanırsa hemen o metrobüsten inip duraktan çıkmadan karşıdan gelen metrobüse binebiliyor, fazla zaman kaybı oymadan ineceği durağa gelebiliyordu.
Bugün kitaba dalışın REM evresinde iken kulağına “Hâkim bey, hâkim bey” diye bir sesin çalındığını hissetti. Önce ÅŸaşırdı. Acaba biri kendisine mi sesleniyordu. Bu ancak bir tanıdık olabilirdi. Ona da pek ihtimal vermedi. Kitaba tekrar dönerken bu sefer daha net ve yüksek sesle “Hâkim bey” sesinin hem de yanındaki koltukta oturan kiÅŸiden geldiÄŸini anladı. Dönüp baktığında yanında genç bir kız oturuyordu. Halbuki ilk oturduÄŸunda bir erkek oturuyordu. Demek ki erkeÄŸin indiÄŸini, yerine bu genç kızın oturduÄŸunun farkına bile varmamıştı. Genç kız gülümseyerek baktı. Bu genç kızı hemen tanıdı. Bir boÅŸanma davasında davacıydı. Çok deÄŸiÅŸik bir ismi vardı. O güne kadar öyle bir ismi hiç duymamıştı. Bu nedenle de aklında kalmıştı. Zaten umumiyetle davalarda dosyaların üzerindeki isimlere bakmaz, aklında da tutmaya çalışmazdı. Her dosyayı, içinde geçen olaylarla hatırlardı. Bazen meslektaÅŸları ile bir dosyayı müzâkere ederken isimlerden hiç bahsedilmez sadece olay anlatılır, bu olay üzerinde hukukî neticeler tartışılırdı. Genç kız; “Beni tanıdın mı Hâkim bey.” dedi. Hâkim bey, “Evet tanıdım” dedi ve ismini söyledi. Genç kız oldukça ÅŸaşırdı;
– O kadar dosya içinde benim ismimi hatırlayabileceÄŸinizi hiç tahmin etmezdim. Sizi karşımda görünce o mu, deÄŸil mi diye tereddüt ettim. Ama ÅŸansımı deneyeyim dedim. İki defa seslendim dönüp bakmadınız. Başınızı kitaptan kaldırınca emin oldum. Tekrar seslenince dönüp baktınız. İsmimi de söyleyince çok sevindim. Aslında ben duruÅŸmada anlatmak istediklerimi anlatamamıştım. Yanınıza gelip anlatmayı düşünüyordum. Ama buna da cesaret edemiyordum. Åžimdi sizi bu kalabalığın içinde yanımda bulmuÅŸken müsaadenizle anlatmak istiyorum.
Hâkim bey dosyasını hatırlıyordu. Duruşmada da kendisini iyi ifade etmişti. Davada haklıydı. Kafasında davayı da zaten çözmüştü. Küçük bir kız çocuğu vardı. Kızının velâyetini istiyordu. Çalıştığından kendisi için nafaka istemiyordu. Kızı için de nafakayı mahkemenin takdirine bırakmıştı. Tazminat ve mal paylaşımı talepleri de yoktu. Dava net ve açıktı. Ama kadın kendini ifade edemediğini, mahkemeden ters bir karar çıkabileceğini düşünüyordu. Bunda halkın mahkemelere itimadı noktasında bir arıza olması büyük rol oynuyordu. İtimadın zedelenmesinde çoğu dışardan, çok azı da içerden kaynaklı âmillerin rolü büyüktü. Vatandaşın çoğu, tanıdığın yoksa, torpilin yoksa, adamını bulamazsan mahkemeden istediğin karar çıkmaz kanâatindeydi. Bu kanâatin teşekkülünde bazı kimselerin, hâkimin haberi olmadan, hâkim adına vatandaştan rüşvet istemesi, lehe karar çıkarsa ben yaptım deyip para alması, çıkmazsa olmadı deyip para almamasının tesiri vardı. Kadın, mahkemeden ters bir karar çıkabileceği fikrinde haksız sayılmazdı.
Metrobüste onbeÅŸ milyonluk büyük ÅŸehirde, böyle bir düşüncede iken hâkim beyi yanında bulmak çok ilginçti. KonuÅŸmasına izin vermesi gerektiÄŸini düşündü. “Senin dosyanı biliyorum. Ama madem böyle bir tesadüf olmuÅŸ. Seni dinliyorum” dedi. Kadın sevinçle anlatmaya baÅŸladı. İneceÄŸi duraÄŸa kadar hiç sözünü kesmedi. Anlattıkları dosyada mevcut ÅŸeylerdi. Ama anlatmakla rahatlamış görünüyordu.
Duruşma günü Hâkim bey düşündüğü gibi karar verdi.
Bir müddet sonra kadın annesiyle birlikte hâkim beyi ziyarete geldi. Bu bir teşekkür ziyaretiydi. Buna hiç gerek yoktu. Hâkim bey vazifesini yapmıştı. Ama onlar bunu kendilerine iyilik yapılmış gibi düşünüyorlardı. Bir de hediye olarak bir kitap getirmişlerdi. Kadın;
– Annem hâkim beyi ziyarete gidelim, kendisine teÅŸekkür edelim, bir de hediye alalım dedi. Ben de sizin metrobüste kitap okuduÄŸunuzu görünce anneme “kitap alalım” dedim.
Hâkim bey kitabı kabul etti. Teşekkür etti. O da kitaplığından bir kitap hediye etti. Onları yolcu ettikten sonra masasının üzerinde bekleyen dosyalardan birini daha incelemek üzere önüne çekti.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Toplu taşıma araçlarında parmak bastığınız kanayan yaraya bizler de rastlamışız. Ne yazık ki büyüklere saygı kalmamış.
Fransa’da haksızlığa uÄŸrayan bir köylünün “Paris’te hakimler vardır.” sözü meÅŸhurdur.
Göreviniz süresince adil olduğunuzdan eminim. Söz konusu bir bayanın boşanma davasında adaleti yerine getirdiniz. Davacı kadın tesadüfen rastladığı metrobüste teşekkürlerini iletmiş, bilahare sizi iş yerinde ziyaret etmiş kitap hediye etmiştir. Siz de kitaplarınızdan bir kitap hediye etmişsiniz.
Bu adaletin karşılıksız olarak uygulandığına en güzel misaldir.
Emeklilik günlerinizde sağlık,afiyet ve mutluluklar dilerim.
Öncelikle sizi saygıyla selamlıyorum. hakimlik yaptığınız döneme ait yaşamış olduğunuz toplumsal olaylarla ilgili anılarınızı yazarsanız bizimle paylaşırsanız çok seviniriz