HatıraHayatSanat

Asmalı Konak

Yürüyorum. Yorulduğum için bir bankın köşesine ilişiyorum. Hava ne kadar güzel sahi, kemiklerimin ısındığını hissediyorum. Elime telefonu alıyorum, bir video karşıma çıkıyor. Sevindiğim bir olayı hatırlayıp gülümsüyorum. Sonra hiç beklenmedik bir cümle beliriveriyor zihnimde. Babaannemin pencereden dışarıyı izlerken söylediği o cümle: “İnsan hiç yaşlanmayacağım zannediyor yavrum, yaşlandım ya bak.” Bir cümlenin ben öylece bir bankta otururken gelip yanıma, içime oturması ne garip şey. İnsan hiç ölmeyeceğim diye de zannediyor muydu babaanne. İnsan ne çok şey olacağını, ne çok şey olamayacağını zanneden bir varlıkmış meğer.

Gözümü kapatıyorum ve seneler öncesine gidiyorum. Bir cümle beni peşi sıra sürüklüyor. Asmalı konağın kapısından babaannem çıkıyor ve o asma altındaki tahta kütüğe küçük Fatma için salıncak kuruyor. Çocukluk diyorum saklanmış bir yerlere. Elma dersem çık, armut dersem de çık. Salıncakta sallanan o kız, daha hızlı sallanırsa pamuk bulutlara kavuşacağını zannediyor. Hadi daha hızlı, daha hızlı. Gözlerimi açıyorum, o güzel rüyadan uyanıyorum. Banktayım. Elimde telefon, galerinin favoriler kısmındaki fotoğraflara bakarken buluyorum kendimi. Ne babaannem, ne salıncak, ne de gözleri gülen o küçük kız var artık. Her geçen yıl biraz daha yıkılmaya yaklaşan o ev yerinde duruyor şimdilik. Yaşanmayan evin beli bükülüyor, toz tutuyor her yanını. Üst üste dizili yün yorganları evin omzuna yük olmuyor ama artık insanın içini de ısıtmıyor. Yeşil nane ekilen toprağını, yabani otlar bürüyor baştan sona. Asmalarını toplayan, o asmalardan toplayın da bir yaprak sarması yapıverin diyeni olmuyor. Bakarsan bağ, bakmazsan dağ oluyor. Dağ olup üzerime devriliyor ev. Sıcacık sobanın yanına kıvrılan Miyase ortalarda gözükmüyor, gözlerim merdivenden çıkan büyükbabamı, kulaklarım bir bayram sabahı aşağı kattan gelen sesleri arıyor. Ya ellerim? Ellerim ellerini ısıtan o ellerini arıyor. Seni ve ellerinin aslında içimi ısıtmasını özlüyorum.

Bacaklarımdaki yorgunluk yerini kalbimde hafif bir sızıya bırakıyor. Oturduğum banktan kalkıyorum, yol alıyorum. Yollar ki yürünmek için. Avuçlarımda çocukluğum, ceplerimde birkaç anıyla yürüyorum. Evin yıkılmaya yüz tutması canımı sıkıyor. Bir evin enkazının altında, çocukluğundan anıların kalabileceği kimsenin aklına gelmiyor. Ayağıma bir taş takılıyor, canım acıyor. Tökezler gibi oluyorum. Her tökezlediğimde o ilk ayağına takılan taşı hatırlatan neydi diyorum. Bu herkes için böyle midir? Bir yanılsama mı yoksa bir akıl oyunu mudur? Bilmiyorum. Yürüyorum. Dilimde o şiir yola revan oluyorum:

“Ne kervan kaldı, ne at, hepsi silinip gitti
İyi insanlar iyi atlara binip gitti.”

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Fatma Cirit

Riyaziyeci. Muallime. Aşiyan-ı mürg-i dil.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu