KitapTahlil

Budala: Bağıranların Değil Susarak Direnenlerin Sesi

Yozlaşmış, kokuşmuş; yalan-dolan ve kandırmacaların bir sosyal statü kazanma aracı haline geldiği bir toplum. Para ve saygı, yani güç… Bunlar uğruna yapılan onlarca ahlaksızlık… Bu insanlık çürümesinin ortasında bir budala; dürüst, cesur, düşmanına karşı bile sevecen, sabırlı, adeta iyilik dediğimiz her şeyin bayraktarı: Prens Mişkin.

Dostoyevski’nin dört büyük romanından biri. Bir aşk romanı ancak aşk asıl anlatılanların çok arkasında kalmış. İyilik ve kötülük üzerine, doğru ve yanlış üzerine çok güçlü bir deneme, bir ahlak manifestosu!

Rus sosyetesi, statü dengeleri, hırslar…

Prens Mişkin İsviçre’deki tedavisinin ardından memleketi Rusya’ya beş parasız döner. İşte iyiyle kötünün, budalayla akıllıların çatışması böyle başlar. Prens adeta vahşi doğaya bırakılmış bir evcil hayvan gibidir.

Prensin Rus sosyetesine girişiyle çeşitli insanlarla etkileşimine şahit oluyoruz. Hepsinin aklında tek bir yargı: Prens bir budala! Alışılmışın dışında iyi niyetiyle, insanların arkasından atıp tutmayışıyla, kendisine yapılan saygısızlıklara karşı gösterdiği affedici tavrıyla o bir yabancı…

Prens, ona yapılan acımasız davranışlara rağmen asla kırılmaz, öfkelenmez. Ganya ona tokat attığında, prens karşılık vermez ya da düelloya davet etmez; yerine, Ganya’ya utanması gerektiğini söyler ve odadan çıkar. Burdovsky’nin yalanına karşı, prens öfkelenmez, hatta ona maddi yardımda bulunmaya devam eder. Keller ona hakaret ettiğinde, Prens yine de onu düğününde en iyi adamı yapar. Lebedev, prense yalan söylese de prens buna sadece gülerek yanıt verir. Aglaya onunla sürekli alay eder, ancak bu yalnızca prensi üzebilir. Aglaya barış teklif ettiğinde, prens sevinçle kabul eder. Kısacası, prens, Rogozhin’e bile kin tutmaz, ona neredeyse hayatını kaybettirecek kadar kötülük yapmış olsa bile. Prensin bu naif tavırları, çevresindeki herkesin onu bir “budala” olarak görmesine yol açar, ama bu saf dışı kalmış hali aslında onun derin bir içsel güce sahip olduğunu gösteriyor olabilir mi?

Prens bir budala!

Prensin budalalığı kısa bir süre içinde herkes tarafından kabul görür. Onu kullanırlar, her ihtiyaç duyduklarında onu pis emellerine alet ederler. Okuyucu için bile bu garip budala, Rus sosyetesinin acınası bir kurbanıdır. Budala, ezik, insanlar için sömürülecek bir maden… Fakat gerçekten de Prens bir budala mı? Yoksa bu aşağılık insanların her birine merhametle acıyan bir dâhi mi?

Prense her seferinde öyle haksızlıklar yapılır ki, öyle kötü durumlara düşer ki kitabı okuyan hiddetli bir okur, kendini tutamayıp “şunlara ağzının payını ver artık” diye düşünmeden edemeyecektir. Sabırla Prensin ona yapılan bütün bu haksızlıklardan alnının akıyla çıkıp ilahi bir dokunuşla onun intikamının alınacağını ve yapılanların misliyle karşılık verileceğini ummadan edemez.

Bir mutlu son beklentisi. Masum ve mazlumun galibiyeti…

Fakat Prens Mişkin bu ucuz kavgaları, bu yarışları çoktan aşmış biridir. Kavgada, savaşta denklik vardır. Bir filin bir karıncayla kavgaya tutuştuğu görülmüş müdür? Bir alimin avamla münazarası? Bir boksörün bir çocukla ringe çıkması?  …

 ‘Seni sinirlendirebilen kişi senin efendindir.’

Daha önce trafikte veyahut herhangi bir yerde manyağın biriyle kavga etmiş olabilirsiniz. Dışardan seyreden birine göre ise iki manyak kavga ediyordur. Prens bu aşağılık kompleksinden doğan ego savaşlarında en ufak bir rolü bile reddeder. O, bu yozlaşmış toplumun ahlaksızlık kuklalarının kavgalarından çok uzaktadır.

Prens hayatını iyiliğe, güzelliklere adamıştır. Bu yüzden ona kötülük eden, arkasından demediklerini bırakmayan bütün bu insanlara bile yardım etmek istemekte. Toplum, aklı çoğu zaman hırsla, menfaatle ve hayatta kalma mücadelesiyle özdeşleştirir. Oysa Prens, bu dar sınırların ötesine geçerek aklı, insanın iç huzurunda ve başkalarına yardım etme arzusunda arar. İşte bu derinlik, Prens’in bir ‘dahi’ olmasının ardındaki gerçek sırdır.

Dostoyevski yine eserinde Hristiyanlık akîdesiyle paralellik içinde.

‘Sağ yanağınıza tokat atana diğer yanağınızı çevirin.’

Bu gibi akîdelerin izinde yazılmış, Dostoyevski’nin kendi karakteri ve hayatından da net parçalar bulabileceğimiz Prens Mişkin karakteri bu dünyanın pisliğinin içinde, kendi nefsinin esiri olmuş insanlar arasında adeta bir elmas gibi parlıyor. Kısaca, Prens Mişkin bir budala olmanın aksine bataklıkta yavaş yavaş birbirlerini boğmakta olan çevresindeki onca insana acıyan ve onlara yardım etmeye çalışan bir dâhidir.

Ne için, kim için?

İnsanlara karşı yumuşak olmak, affedici olmak; haklı-haksız kavgasına girmeden, karşındakini kırmadan zıtlaşmaları çözüme kavuşturmak, bazen insana doğru ve güzel olan gibi gelse de çoğu zaman bize yapılan bir haksızlık, bizde karşıdakine daha fazlasıyla karşılık verme isteği uyandırıyor. Bir nevi intikam… Fakat kim için, ne için?

İntikam almak, insanın hissî bir dürtüsü olarak tabiî bir çekim gücüne sahiptir. Fakat Prens Mişkin, intikamı bir çıkış yolu olarak değil, tamamen boş bir eylem olarak kabul eder. Kötülük yapanlara karşı duyulan öfke, onun ruhunda hiçbir yankı uyandırmaz. Bu, Prens’in insanları derin bir merhametle kavrayıp, onlara içtenlikle yaklaşmasının bir yansımasıdır.

İnsanın kibrinin, nefsinin, içindeki şeytanın esiri olması neticesinde doğmuş, bu kimseye faydası olmayan hırslar, duygular; bunları kontrol altına alan, bunlarla baş edebilmiş insanlara da örnek almak isteyen gözlerle bakmamızı engelliyor. Hatta böyle insanları ayrıştırmaya güçsüz görmeye bizi itiyor. Resulullah ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ buyurdu ki:

(Allahü Teâlâ refiktir. Yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini, yumuşak davranana ihsan eder.)

(Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.)

(Kızma, sinirlenme!)

 Bu gibi birçok örnek daha vardır. Dinimiz İslamiyet de bu konuda insanlara sakinliği ve yumuşaklığı öğütlemiştir. Biz biliyoruz ki bize söylenende hayır vardır. Aklı olan kendi için hayırlı olanı seçer.

Prens Mişkin, çağının yozlaşmış dünyasında aklın değil kalbin ışığıyla yürüyen bir yolcudur. Onun budalalığı, aslında kirlenmiş bir dünyanın temiz bir ruha tahammülsüzlüğüdür. O, güç savaşlarının, menfaat hesaplarının, ikiyüzlülüğün hâkim olduğu bir topluma, karşılık beklemeden iyilik etmenin hâlâ mümkün olduğunu gösterir. Bu yüzden Prens Mişkin bir budala değil, kalabalığın anlayamayacağı kadar sessiz, ince bir dâhidir. Onun gücü, bağıranların değil, susarak direnenlerin sesidir.

 “Ve belki de gerçek dâhilik, budala sanılmayı göze alabilecek kadar temiz kalabilmektir.”

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Mehmet Erdem Efendioğlu

Mimarlık Talebesi, Sinefil, Yazar.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu