
Bir kalem ve bir kağıtla neler yapılabilir? Mesela bir insan, bir böceğe dönüştürülebilir. Üstelik sadece kelimelerle…
Gregor Samsa’nın hikayesine çoğu insan aşinadır. Böceğe dönüşmesiyle başlayan hikayenin pek çok yerinde Gregor’un göremediği dönüm noktaları saklıdır ve Gregor bu dönüm noktalarından dönemeyip dönüşür. Dönüşmemesi mümkün mü veya dönüştükten sonra neler daha farklı olabilirdi? Bütün bunların cevapları Gregor’un yapmadıklarında…
Gregor son derece fedakar ve pasif bir karakter. Ailesine ait hissedebilmek için kişiliğine dair pek çok şeyden vazgeçmiş, kendinden uzaklaşmış ve neticede kendine ve hatta insanlığına bile yabancılaşmıştır. İnsan kendine dair her şeyi kaybettikten sonra nasıl bir yere veya birine, bir şeye aidiyet hissedebilir?
Gregor böceğe dönüştüğü anda korku ve panikle yardım istemektense beklemeyi tercih eder. Ne olduğunu anlamak ve ne hissetmesi gerektiğini bulmak için dıştan gelecek bilgilere muhtaç… Hislerine güvenip değer vermediği için onları ya derinlere gömmüş ya da yok etmiş. Ama bir his hariç: Korku. İşe geç kalmaktan korkar. Patronun tepkisinden korkar. Ailesine yardımcı olamamaktan korkar. Gregor hep korkar.
Halbuki kendisi çok zor bir durumda. Kendisi dev bir böcek. Bütün dünya o anda dursun ve ona yardım etmek için birleşsin, bir çaresi aransın, bir şey olsun. Olsun.
Ailesi durumunu gördüğünde onun için yardım çağırmaz. Böyle davranmaları onun için oldukça kırıcı ve yaralayıcı olmalıyken, Gregor incinmez veya incindiğini görmez. Her zaman olduğu gibi yine hislerine dönüp bakmaz. Belki de hisleriyle yüzleşecek gücü yoktur kim bilir?
Sırt üstü yatarken önce bacaklarını fark etmez sonra bacaklarına güvenmez. Yere inerken, “Umarım bu bacaklar bir işe yarar” der. Önce yığılıp kalır. Bacakları onu taşıdığında da çok sevinir. Gregor’un artık iki değil tam altı tane bacağı vardır. Varlığını taşıyabilecek kadar fazladır aslına bakılırsa. Yani kalk yürü ve istediğin yere git. Bundan sonra zaten sen bir böceksin ve aslında hiçbir zaman oraya ait değildin. Gregor’un bir odaya da ihtiyacı yoktur. Temiz veya pis olmasının da bir önemi yok. O çürümüş kokuşmuş yiyecekleri de sokakta her yerde bulabilir. Aç kalmaz. Soğukta bir kuytuya sığınabilir. Yağmur çamur hiçbiri dert değil. Tek yapması gereken, şu odadan çıkıp gitmek. Peki neden gitmez? Üstelik altı tane bacağı varken neden yürüyüp gidemez? O kendini hala oraya ait hisseder. Başka bir seçenek olabileceğini düşünmez.
Belki bu durumun bir dönüşü olabilir. İnsandan böceğe, böcekten insana…
Bazı hamam böceği türleri uçabiliyor. Acaba Gregor uçabildiğini fark etseydi her şey daha farklı olur muydu? Muhtemelen yine gitmezdi, gidemezdi. Gregor zihnen özgür bir karakter değil. Peki gidememesinin nedeni korkuları mı? Neyden korkuyor? Yalnızlıktan mı? Zaten yalnızken…
Gregor neye, ne kadar hakkı olduğunu da bilmiyor. Hem maddi hem de manevi olarak yüklendiklerinde kendinden tamamen vazgeçmiş durumda. Gregor maaşında bir kısmını kendine ayırabilir. Hobilerine, hayallerine, geleceğine… Böceğe dönüştüğü zaman tüm aile üyeleri çeşitli işlerde çalışmaya başlayıp bir şekilde başlarının çaresine bakarlar. Öncesinde de bakabilirlerdi. Gregor onları hep sırtında taşıdı. “Ama bir an da geliyor, ailesiyle ilgilenmek için hiçbir istek duymuyordu; kendisine gereken bakımı göstermediklerinden ötürü bir hınç yüreğini dolduruyor, hangi yiyeceği canı çektiğini hiç bilmemesine karşın yiyeceklerin saklandığı yere nasıl bir yolunu bulup ulaşacağına ilişkin olarak kafasında planlar kuruyordu; açlık falan hissetmese de, payına düşenleri toparlayıp alacaktı buradan.”
“Gregor’un yadırgadığı şey, çeşitli gürültüler ortasında hep onların yemeği öğüten dişlerinin sesini işitmekti; bununla Gregor’a yemek yemek için dişlerin gerektiği, dişleri olmadan en sağlam çenelerin bile işe yaramayacağı anlatılmak isteniyordu adeta.” Asıl mesele Gregor’un bir böceğe dönüşmesinden ziyade, Gregor’un onların gözünde zaten hep bir böcek olduğunun farkına varması.
Gregor’un odasına yığılan ve artık ihtiyaç duyulmayan eski eşyalar, babasının duygusal çöpleridir. Olduğu gibi ve bir bütün halinde kabul edilmemenin ve ebeveynlerin kendi iç dünyalarına kabul etmekte zorlanıp acımasızca çocuklarına taşıttıkları menfi hislerin acısını her bir kelimede biraz daha derinleşerek anlatıyor; bizler de hissediyor, yaşıyoruz.
Bir de babasının attığı ve kabuğu olmasına rağmen sırtına saplanıp kalan ve enfeksiyona neden olan elma metaforu var. Burada Franz Kafka’nın babasıyla olan ilişkisini konu alan “Babaya Mektup” adlı eseri güzel bir kaynak oluşturuyor. Şu cümleler her şeyi açıklar nitelikte: “Her durumda biz seninle çok farklıydık ve bu farklılığımız yüzünden birbirimiz için öylesine tehlikeliydik ki, ağır gelişen bir çocuk olan benim ve senin gibi gelişimini tamamlamış bir adamın birbirlerine ileride nasıl davranacaklarını biri önceden hesaplamak istese, senin beni benden geriye hiçbir şey kalmayacak şekilde düpedüz ayaklarının altına alıp ezeceğini varsayabilirdi. Yani bu gerçekleşmedi, canlıların ne yapacakları öngörülemiyor, ama bundan da kötüsü oldu belki.” Sanki ömrü boyunca kafasını hiç başka yöne çevirmeden ve gözlerini bir an bile kırpmadan babasını izlemiş. Hiçbir zaman o elmayı oradan çıkaracak gücü kendinde bulamasa da o elmayı ve açtığı yaranın acısını görmüş. Alıcısına ulaşmayan bu mektupta yazdığı her cümlede babasının da açısından baktığını görmek oldukça etkileyici. Kelimeleri ihtimamla seçmiş. Ömrü boyunca bu ilişkiden sebep incinse de, incitmemek için elinden geleni yapmış. Bunun nedeni babasının karşı kanıt oluşturmadaki başarısı yüzünden bir açık vermeme ihtiyacı olabilir ya da fazla empatik. Hep babasını haklı çıkaracak bahaneler aramış ama nihayetinde kendi sesini de duymayı başarmış ve ayrı kişiler olduklarını kabullenmiş.
“Babaya Mektup” kitabında da görüyoruz ki bedenen gitse bile ruhen bir türlü nefretini geride bırakıp gidememiş. Peki Kafka neden bu nefreti bir türlü arkasında bırakamamış? Belki de babasıyla arasındaki tek bağ menfi bile olsa, nefret olduğu için sıkı sıkı tutunup bir türlü arkasında bırakamamış belki de bırakmak istememiş. Kim bilir? Kafka nefretini geride bırakabilseydi neler olurdu? Muhtemelen bu harika eserleri okuyor olmazdık. Çünkü yazmak biraz da çözülemez görüleni çözme çabası ve bir çeşit başkaldırıdır.
Kafka’nın eğitimi hukuk üzerine olsa da yazmaya bolca vakit ayırmış. Yazmak insanın kendine kulak vermesidir. İşte bir kalem ve bir kağıt… Kafka kaçmamış. Acı çekmekten korkmamış. Edebiyatın ve zorlayıcı hislerin evrenselliğine ve zamansızlığına harika bir örnek. Kaç yıl önce yazılan bu satırlara konu olan acılar, bugün bile varlığını koruyup insanların yüreklerine dokunabiliyor. Edebiyat insanların kendilerine hayatlarıyla ilgili cevaplar bulabildikleri belki de en önemli sanat alanlarından biri. Ki bu cevaplar çoğu zaman sormaya bile cesaret edilemeyen veya varlığından bile haberdar olunmayan sorulara ait. Kim suçlu – kim haklı? Şu noktada bir ehemmiyeti de yok. Kafka’nın zorlayıcı hayatı ve içinde debelenip durduğu dertleri başka bir çeşit, dolaylı yoldan ‘kendini feda’ örneği. Kafka’nın hayat hikayesini biraz daha öğrenince kendi hayatında o dönüm noktalarının çoğunu görebildiğini, öfkesinin ve nefretinin üstesinden gelemese bile en azından farkına varabildiğini görüyoruz. Gregor’un yapmadıklarının aslında yapamadıkları olduğunu, bu hikayeninse ‘yapmasaydım ne olurdu’nun cevabı olduğu anlıyoruz. Peki bambaşka bir soru, gördüğü düğümleri çözebilseydi ne olurdu?
“Gregor Samsa, bir sabah mutlu düşlerinden uyandığında, kendini rengarenk kocaman kanatları olan bir kelebeğe dönüşmüş olarak buldu. Kanatlarını masmavi gökyüzüne doğru açarak özgürlüğe doğru uçtu. Son.”
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.