HikayePsikoloji

Gözyaşı Şişesi

Bir müzedeki eserleri inceliyordu. Kimi zaman dikkatlice eğiliyor, kimi zaman uzaklaşarak cam vitrinlere bakıyordu. Derken gözleri daha önce hiç görmediği minicik bir şişeye takıldı. Eserler numaralandırılmıştı ve her numaraya karşılık gelen küçük etiketler vardı. Evet, gözleri onu yanıltmıyorsa beş numaralı eserin karşısında “Gözyaşı Şişesi” yazıyordu. Ne anlama geldiğini merak etti. Hemen telefonunu çıkarıp arama motoruna yazdı. Rivayete göre kadınların askere giden ya da hayatını kaybeden eşleri için akıttıkları gözyaşlarını sakladıkları şişeydi bu, içindeki gözyaşının buharlaşma ihtimaline karşı tıpa ile kapatılıp mezara konuluyordu.

O an zihninde bir fikir belirdi. Şişeyi alıp eve götürecek ve geceleri gözyaşına boğulan yastığını, bu küçük şişeyle nihayet emekliye ayırabilecekti. Müzeden sorumlu beyefendiden bir tane gözyaşı şişesi istedi. Kısa bir şaşkınlıktan sonra beyefendi yüzünde hafif istihzalı bir gülümsemeyle “Bir defalığa mahsus bu isteğinizi yerine getireceğiz.” dedi. Birkaç dakika sonra elinde şişeyle geri döndü. Her şey nasıl bu kadar kolay olmuştu sahi. Şişeyi dikkatlice çantasına yerleştirdi. Yol boyunca çantasındaki cam şişenin tıkırtısı kulağına çalındı. Mutluydu ve ev kapısını açarken, günün sıradan telaşları yine sıraya koyulmuşlardı.

Üzerini değiştirdi, saat öğleden sonra olmuştu. Çocuklar okuldan gelecekti, aceleyle yemek yapmaya girişti. Düşündü, kolay ve pratik bir tarif bulmalıydı. Evet, domates çorbası iyi fikir. Domatesleri yıkadı, kesme tahtasına aldı. O esnada kolu tezgahtaki bardağa çarptı. Bardak yere düştü ve tuzla buz oldu. Kulağında tanıdık bir ses yankılandı: “O bardak oraya konulur mu hiç, sakar. Biraz daha dikkat etsen ne olurdu. Yine bir şeyi beceremedin.” Simsiyah bir eleştiri bıçağıyla domatesleri değil, sanki ruhunu küçük küçük doğrayıp çorbanın içine kattı. İçindeki kırılganlık çorbaya karıştı. O yemekten nasıl hayır gelecekti bilmiyordu. Her zaman yaptığı gibi çorbaya, içenlere şifa olsun diye Tahiyyat duasıyla İhlas ve Kevser surelerini okudu ve karıştırmaya başladı. Çorba ocağın bir köşesinde tıngır mıngır kaynıyordu.

Az sonra zil çaldı, çocuklar gelmişti. Üstleri başları kir pas içindeydi. Günün yorgunluğu içinde sabrı ince bir ip gibi gerilmişti. Çocuklarına bağırdı, çağırdı. Kendilerini ifade etmelerine izin vermedi. Sakinleşmek ümidiyle derin derin nefesler alıp verirken eli karnındaki şişliği farketti. İçindeki kırmızı öfke balonu büyüdükçe büyümüştü. Ondan kurtulmalıydı. Balkona çıktı. Gökyüzüne baktı. Uzun zamandır görmediği bir şey vardı orada: Çocukluğundan kalma pembe bir neşe bulutu. “Aferin, bırak o balonu” diye fısıldadı bulut. Ve rüzgar, elindeki balonu bilinmezliğe doğru sürükledi.

Akşam yemeği vakti gelmişti, balkondan içeri girdi. Yuvarlak bir masanın etrafında bütün aile toplanmıştı. Çorbayı servis etti. Kaşık çatal sesleri arasında bir ses yükseldi: “İnsan çorbaya biraz tuz koymaz mı, ne biçim çorba bu?” Canı sıkıldı, kaşık elinden kayıp yere düştü. Eğilip almak isterken gözü halıya ilişti, hani ne zaman canı sıkılsa kafasını eğip desenlerini ezbere saydığı mor renkli kalp kırıklığı halısı. Bu kez halı dile geldi: “Kalbinden çıkan sesi duydum, endişelenme çıkıktır o. Kırık olsa duramazsın.”

Günün bütün yorgunluğu gözlerinde birikmişti. Yatağa uzandı. Gözyaşı şişesini doldurma vakti gelmişti. Bu kadar hızlıca dolmasını beklemiyordu. Her damla susup söylemediği sözlerin yerini aldı sanki. Sabaha karşı ağlamaktan şişen gözlerini aralamaya çalıştı. Ezan okunuyordu. Usulca kalktı, yatağın kenarına oturdu. Su içmek isterken gözleri başucundaki pusulaya takıldı. Başucundaki beyaz renkli parlayan bu umut pusulası ona eski sandığını göstermişti. Bu bir işaretti, sandığın kapağını araladı. Yıllar önce ördüğü ama unutup gittiği yemyeşil merhamet hırkasını sandıktan çıkardı. Gözyaşlarını da şişede saklayıp tıpasını kapattı, sandığa bıraktı.

Hırkayı omuzlarına alırken içini yumuşak bir sıcaklık sardı. En güzel sığınağın ne olduğunu biliyordu. Hırkanın yakasındaki ilmek ilmek işlenen nakışa baktı. “De ki: “Rabbim! Affet! Merhamet et! Sen merhametlilerin en hayırlısısın.” mealindeki bu Ayeti Kerime’yi* okuyunca içini bir ferahlık kapladı.

Artık teslimiyet kanadını takmıştı, huzur ağacının altında soluklanabilirdi.

___

*(Mü’minûn Suresi 118. Ayeti Kerime)

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Fatma Cirit

Riyaziyeci. Muallime. Aşiyan-ı mürg-i dil.

Bir Yorum

  1. Yine gönle dokunan bir yazı. Benzetmeler çok yerinde olmuş. Gözyaşı şişeniz hiç dolmasın dilerim. Elinize sağlık

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu