
1990’lı yılların başıydı. Fakir bir ailede yetişmişti Salih. Henüz lise çağlarında fen ve edebiyatta çok başarılı bir öğrenciydi. Kısa zamanda öğretmenlerinin takdirini kazanmıştı. Gencecik yaşında parmakla gösterilen bir öğrenci olmuştu. Arkadaşları arasında sohbet ederken her ses susar, onu dinlerdi. Ufku geniş bir çocuktu. Edebiyat fakültesinde okuyup mesleğinde iyi yerlere gelmek istiyordu. Tezler hazırlayıp kendinden sonraki öğrencilere umut ışığı olmak, kitap yazıp bunlar üzerine söyleşiler yapıp entelektüel bir kişi olmak istiyordu. Boş zamanlarında araştırma yapıyor, çok kitap okuyor, kitaplar üzerine tahlil yazıları yazıyordu. Hafta sonları babasına yardım ediyor hayatını dolu dolu yaşıyordu. Büyüdükçe gelişiyor, geliştikçe olgunlaşıyordu düşünceleri.
Babası sık sık öğüt veriyor, Salih öğütleri can kulağıyla dinliyor, bu öğütler doğrultusunda hayatına yön veriyordu. Yine öyle bir gecede babasının verdiği öğüt kafasına çok takılmıştı. “Benden sonra evin reisi sensin” derken neyi kastetmişti? Babasının uzun uzun sessiz kalarak dalıp gitmesinin altındaki sebep neydi? Çocukluğundan beri çalışmak zorunda mı kalmıştı, geçim sıkıntısı mıydı yoksa gelecek endişesi mi?
Sabah uyandığında babasını izlemeye karar verdi. Babası erkenden hale gitmiş, komisyoncunun yanında kasa taşıyordu. Uzaktan izledi babasını, sonra içini bir hüzün kapladı. Şartlar o kadar çetin ve yorucuydu ki o ağır kasaları her sırtına aldığında bedenine acı veren his yüzüne yansıyordu. Salih’in aklına bir şimşek gibi çakıvermişti gerçekler: Salih’in hayalleri, babasının yüzündeki acı ifadede gizliydi.
Babası öğleye kadar kasa taşıyor, öğleden sonra da ilçe sokaklarında hamallık yapıyordu. Akşam babasını giyinirken gördü Salih. Sırtında büyük morluklar omuzlarında ipin oturduğu derince iki yara vardı. Bir babasına baktı bir de hayallerine, “Acaba ben de yük müydüm babamın sırtına?” dedi kendi kendine.
O gece babasının sırtındaki yaralar gitmedi gözünün önünden. Sabaha kadar bir çözüm aradı. Okuldan gelince babasının hale gittiği günlerde gizlice babasının ipini alıp hamallık yapmaya karar verdi. Babası bu hâldeyken, dünya yükü sırtındayken, bir de ben yük olmamalıyım dedi.
O hafta iki gün hamallık yaptı Salih. O kadar yorucuydu ki bu iş, akşamları çok canı acıyor ama babasının sırtındaki yükü azaltmak için kendisini buna mecbur hissediyordu. Bir akşam yine babasıyla sohbet ederken; “Sırtlandığın yük ağır gelmiyor mu baba?” dedi. Güldü babası ve başını okşayarak “Dünyalık yükü atarsan öbür yüklerden korkma oğul, helal olsun da varsın hamallıktan olsun” dedi. “Artık okumasam da yükünü bölüşsek mi?” dedi Salih. Çattı kaşlarını babası ve sert bir üslupla “Sakın bir daha duymayacağım bu sözü, sen okuyacaksın ve geleceği aydınlatacaksın.” dedi.
Okuldan gelince kapıdaki kalabalık çekti dikkatini. Annesi feryat ediyor, bir yandan dizlerini dövüyor bir yandan da ağlıyordu. Halde kasa taşırken bedeni iflas etmiş, kaderin acı gerçeğine yenik düşmüştü babası. Hep örnek aldığı dağ gibi adam kasaların devrilmesi sonucu sırtındaki geçim sıkıntısı yetmemiş, bir de bu ağır yükün altında ezilmişti. İçeri girdiğinde odanın ortasında cansız yatan bir beden ve üzerine örtülü bir bez parçası… Sarılmak istedi, son kez öpmek istedi ellerinden. O gün hiç ağlamadı Salih. Babalar ölünce büyürmüş insan. Dik durdu, babasına son görevini yapmak için hazırlandı.
Defin işlerinden sonra babasından kalan eşyaları tutuşturdular eline. Yırtık bir pantolon, yıkanmaktan rengi solmuş bir gömlek ve üzerine babasının kanının bulaştığı hamal ipi. Boğazında koca bir düğüm, yüreğinde devasa bir acı hissetti. O dimdik duran kaya gibi sağlam iradeye sahip duvar yıkılmıştı sanki. Durduramadı kirpiklerinin bendine biriken gözyaşlarını. Hüngür hüngür ağlamaya başladı. Omuzlarına yüklenen yükün altında ezilmişti babası. Benim de akıbetim böyle mi olacak hissiyatı oluştu kafasında.
O gece sabaha kadar düşündü Salih. Babasından miras bir tek öğütler ve ekmeğini kazandığı o ip kalmıştı. Artık babasına yük olan her şey onun omuzlarına binmişti. Okulu bırakıp hamallık yapmaya karar verdi. Ne de olsa baba mesleğiydi. Peki babasına verdiği söz ne olacaktı! Onca öğüt, onca çile boşuna mı çekilmişti! “Babam yanımda olsa böyle mi olsun isterdi?” diye düşündü. Babasının verdiği öğütler hiçbir zaman gitmedi aklından. Hayata küsmek yerine bir fazla adım attı. Hem okudu hem çalıştı.
Umutsuzluğa kapıldığı anda hep o ipe bakarak moral buldu. Hayallerini gerçekleştirip Edebiyat Fakültesinde öğretim üyesi oldu. Ne zaman umutsuzluğa kapılmış bir öğrenci görse hamallık yapan baba ve oğulun hikayesini anlattı. O günden sonra nice öğrenciye umut ışığı oldu.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Maşallah çok güzel bir ifade, akıcı bir anlatım. Tebrik eder, devamını dilerim.
çok teşekkurler emin abi sizin yorumlarınız bizim için çok degerli.