
Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri adlı hikâyesinde bir aşkın peşine düşmüş bir adamın zihnine misafir oluruz: İvanov’un. O, nefsine ağır gelen dünyada bir çıkış ararken, yolunu yanlış tarafa kıvırır. Ve nihayetinde aklını, haysiyetini, hatta insanlığını kaybeder. Çünkü aşkı, ölümlü bir yüze yaslamıştır. İnsana verilmiş en güçlü emanetlerden biri aşktır. Ama bu aşk, çürüyen, solan, terk eden bir varlığa temayül ettiğinde insana yük olmaya başlar.
Aşkın İhaneti: Aşk ve Yanılsama
Tasavvuf büyükleri, aşkın aslını “aşk-ı hakikî” olarak tarif ederler. Her şeyi O’nun için sevmek, muhabbet beslemek. Fanide aranan aşk, nihayetinde hayal kırıklığına gebedir. Zira beşer şaşar; bugün gülen yarın döner yüzünü. İvanov da kendisine tepeden bakan, varlığına bile tenezzül etmeyen bir kadına gönül verir. Tabi bu hususta gönül her iki cinsiyet için de ortaktır. Biz İvanov’un yaşamını göreceğiz fakat hakikat tektir. Onun bir tebessümüne sığınır, hayaline sarılır. Bu sarılış, zamanla onu gerçeklikten koparır. O artık kendisini İspanya Kralı sanmaya başlar. Ama aslında o, sadece görmezden gelinmiş bir kalbin kendisine bir taht uydurmasıdır.
Fark Edilme Arzusunda Toplum
Toplum, dış görünüşe, unvana, zenginliğe tapan bir düzene mahkûmdur. Bu yüzden İvanov gibi silik insanlar, çoğu zaman var bile sayılmazlar. Onların ne acılarına kulak verilir ne de sevgilerine kıymet biçilir. İvanov’un aşkı da böyle bir çaresizliğin içinden filizlenir. Çünkü aşk, onun gözünde sadece bir kadına değil, aynı zamanda “fark edilme” arzusuna dönüşür. Lakin aşkın nesnesi yanlış seçildiğinde, kalp de akıl da rayından çıkar.
Ve rayından çıkan her duygu, insanı ya cinnete ya da hiçliğe sürükler.
İşte bu deveran içinde, aklından uçurtmalar gibi hür uçuşan düşüncelerin iplerinden çekerek onları kontrol altına almaya çalışır. Ama bilmez ki insan, bazı düşünceler ipi kopmuş uçurtmalar gibidir; ne kadar çekersen çek, avuçlarından kayan bir gökyüzü gibi uzaklaşır senden. İvanov da ipi elinde sandığı o düşünceleriyle baş başa kalır. O anlarda aklından geçen cümleler, delilik sanılır. Oysa onlar, çoğu zaman bizim görmezden geldiğimiz gerçeklerin ta kendisidir.
Toplum, onu deli ilan etmiştir. Fakat deli olan kimdir? Kalabalıklar içinde yok sayılan bir adam mı, yoksa adamı yok sayan o kalabalığın kendisi mi? İvanov’un söyledikleri bir saçmalık değil, çarpık düzenin yansımasıdır. İnsanların sadece rütbelerine göre selamlaştığı, yoksul bir memurun varlık sayılmadığı, sevginin bile sınıfsal ölçülere tabi olduğu bir dünyada kim gerçekten akıllıdır?
Gogol, işte bu noktada satır aralarında toplumu aynaya bakmaya zorlar. O ayna, bir deliyle değil, deliliğe sürükleyen sistemle yüzleştirir bizi. İvanov’un krallık hayali, bir büyüklük sanrısı değil, küçümsenmiş bir ruhun kendine bir taht kurma çabasıdır. Ona göre krallık, bir unvan değil; ancak o unvanla kazanılabileceğine inandığı saygınlıktır. Yani o tahta değil, insanca muameleye muhtaçtır.
Aşk, burada sadece ferdi bir his değil, bir çığlıktır: “Ben de sevebilirim, ben de sevilebilirim.” Ama o aşk, cevapsız bırakıldıkça kırılganlaşır. Ve nihayetinde İvanov, aşkına karşılık bulamayınca değil; aşkının yok sayılmasına tahammül edemeyince çözülür. Çünkü her aşk biraz da fark edilmek istemektir. Tasavvufun işaret ettiği gibi, aşkın adresi yanlışsa, kalp de yönünü kaybeder. Ve yönünü kaybeden bir kalbin ardından, akıl da yolda kalır.
Tımarhane: Delilikten Çok Gerçeğin Sığınağı
Tımarhanedeki yalnızlığı, İvanov’un son durağı değil; belki de ilk kez gerçekten duyulabildiği sığındığı bir limandır. Çünkü orada artık onu rütbesine göre değerlendiren kimse yoktur. Kimse yüzüne bakıp sınıfını sormaz, adımlarını saymaz, ne kadar maaş aldığını merak etmez. Belki de ilk defa orada, tüm o kalabalıkların içinden çekilip yalnız bırakıldığında, kendisiyle baş başa kalır. Fakat ne çare… Zihni, bir vakit sevgiyle çarpmış kalbin enkazında can çekişmektedir.
“Annem beni almaya gelecek,” der İvanov. Bu, bir çocuğun annesine sığınışı değildir sadece. Bu, dünyanın taş duvarları arasında ezilen bir ruhun, saf ve kayıtsız sevgiye duyduğu özlemdir. Annesi onun için artık hakikatin remzidir. Onu tanıyan, seven, rütbesiz hâliyle kabul eden bir tek odur belki de. Ve işte İvanov, aşkı yanlış adreste aradığı, görmezden gelinmeye tahammül edemediği, “ben de varım” çığlığına karşılık bulamadığı için şimdi sessizce ama derin bir inatla o gelmeyecek kapıya bakmaktadır.
Bir Delinin Hatıra Defteri’nden Hissemize Düşen
Bir Delinin Hatıra Defteri, bir aşk hikâyesinden çok daha fazlasıdır. Aklın bastırıldığı, kalbin sınıfa göre değerlendirildiği bir düzende, kim akıllı kim deli gerçekten?
İvanov’un sessizliği, biz okuyuculara yöneltilmiş bir sorudur:
“Aklını kaybeden kimdi? Ben mi, siz mi?”
_______
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.