
Hukuk Fakültesi öğrencileri mezun olduktan sonra hemen avukatlık stajına başlarlar. Bu staj bir yıldır. Altı ayını kendi seçtikleri bir adliyenin farklı mahkemelerinde birer ikişer haftalık şekilde staj görürler. Mahkeme kaleminde kalem işlerini, davanın açılışından duruşma günü verilinceye kadar geçirdiği safhaları takip ederler. Bu işler arasında tensip yapılması, taraflara gönderilmesi, gösterilen delillerin toplanması için müzekkere yazılması gibi işler vardır. Duruşma günü duruşma salonunda oturup duruşmayı takip etmek de stajyerlerin en mühim işlerindendir.
Hâkim bey, “yarının avukatları, hakimleri, Savcıları” olan bu gençlere çok değer verirdi. Özellikle duruşmayı takip edenleri odasına davet eder, onlarla çay içer ve duruşmada görüp anlamadıkları veya akıllarına takılan hususları, fakültede öğrendikleri teorik bilgilerle mahkemede gördükleri pratik bilgilerin karşılaştırılması konularında sohbet ederlerdi. Bu sohbetler sırasında ayrıca stajyerleri tanımaya çalışırdı. Bilgileri, çalışkanlıkları, amaçları, ahlaki durumları, dürüstlükleri konusunda onları anlamaya çalışırdı. Hâkim, Savcı olmak isteyenlere hususi ihtimam gösterirdi. Hâkim ve Savcı olmaya lâyık gördüklerini de not eder, onlara eğer imtihanı kazanırlarsa mülâkatta referans olabileceğini de söylerdi.
Referans konusuna da torpil diyenler vardı. Ama Hâkim bey özellikle Hâkim ve Savcı olacakların mutlaka bir sağlam referansı olması gerektiğine inananlardandı.
Bir gün, daha önce avukatlık stajını bitirmiş, avukat yanında çalışan bir stajyer, Hâkim beyi ziyarete geldi. Hâkimlik imtihanını kazandığını, mülâkat gününün de tespit edildiğini ve referans olmasını rica etti. Hâkim bey de tanıdıklarına, bu Hâkim adayına kefil olduğunu söyledi. Bu aday mülakatı kazandı ve staja başladı. Artık Hâkim sınıfından sayılırdı. Hâkim stajyerler Avukat stajyerinden farklı muamele görürlerdi. Onlara Hâkim bey veya Hâkime hanım diye hitap edilirdi. Kendilerine dosya verilir, incelemesi, varsa eksikliklerini not etmesi, bazen de bu dosyanın duruşmasını idare etmesi veya talimat dosyalarında ifade alması sağlanırdı.
Hâkimlik stajı iki sene idi. Sürenin dolmasına az bir zaman kala Hâkim beyin referans olduğu stajyeri, ziyaretine geldi. Hâkim bey, stajyerin yüzünde okuduğu hüzünden bir şeylerin ters gittiğini anladı. Yer gösterdi. Hanım stajyer oturduktan sonra ne oldu diye sormaya kalmadan ağlamaya başladı. Böyle durumlarda Hâkim bey ne yapacağını bilemezdi. Yine öyle oldu. Ancak çekmecesinden bir selpak mendil çıkarıp uzattı. Hanım stajyer, gözyaşlarını sildi. Biraz teskin oldu. Hâkim bey sakince sordu;
– Ne oldu?
– Savcı Bey hakkımda dava açtı. Emeklerim boşa gitti. Bu dava beraatle sonuçlanmadan, kesinleşmeden atamam yapılmayacak.
“Ne davası?”, “Ne yaptın sen?”, “Ne oldu? diye merakından hâkim bey soruları sıralarken yıllar önce stajda iken başından geçen bir olayı hatırladı. Kendisi hakkında da dava açılmıştı. Ancak şansı yaver gitmiş, beraat etmiş, kaybı olmadan mesleğe kabul edilerek kuraya çağrılmıştı. Kendisini stajyerin yerine koymuş, içine düştüğü sıkıntıyı derinden hissetmişti. Hanım Stajyer anlatmaya başladı.
– Hakimlik stajına başlamadan bir avukatın yanında çalışıyordum. Ancak bu avukatı birçok müşterisi şikâyet etmişti. Bu şikayetlerin birinde de hakkında dolandırıcılıktan dava açılmıştı. Bu durumu öğrenince ben işten ayrıldım. Daha sonra soruşturma yapan Savcı beni de çalıştığım dönemlerdeki bilgiye başvurmak için ifadeye çağırdı. Ben ifade vermeye gitmeden avukat bana telefonla ulaştı. “Savcı seni ifadeye çağırdı, benim aleyhimde ifade verme” dedi. Ben de kendisine “bana sorulanlara doğru cevap vermem için bana yemin ettirecek. Bana sorulanlara doğru cevap vermek zorundayım. Başka türlü ifade veremem” dedim. İfade vermeye gittiğimde Savcı bana “yanında çalıştığın avukatın müşterilerini dolandırdığına şahit oldun mu?” dedi. Ben de “şahit olmadım ancak avukat hakkında dolandırıcılıktan dava açıldığını duydum” dedim. Dosya numarasını sordu. “Dosya numarasını bilmiyorum ancak UYAP’ta sorgu yapılırsa çıkar” dedim. Bunu duyan avukat, benim Savcıya ifade verirken kendisine hakaret ettiğimden bahisle şikayetçi olmuş. Şikâyet üzerine soruşturma başlatılmış. Soruşturmaya bakan Savcı uzaktan mesajla beni ifadeye çağırdı. Bugün belirttiği saate ifadeye gittim. Ancak Savcı dosyaya baktı. “İfadene gerek kalmadı. Davayı açtım. Artık mahkemede aklanırsın” dedi. “Sayın Savcım benim suçum yok ki. Olmayan suçun aklanması nasıl olur? Hem ben stajyerim. Stajım bitmek üzere. Bu dava derdest oldukça beni mesleğe kabul etmezler. Bu dava benim en az iki yılıma mâni olacaktır” dedim. Ancak Savcı hiçbir şey olmamış gibi “yapacak bir şey yok” dedi. Odasından beni çıkardı.
Hâkim bey çok üzüldü. Daha sonra dosyayı da inceledi. Dosyanın kabarık olmasının nedeni, avukatın kendisi ile ilgili daha önce açılmış olan ve bu dava ile ilgisi olmayan dava dosyalarını delil olarak göstermiş olmasıydı. Dosyada stajyerin avukat hakkında söylediği tek cümle “Dolandırıcılığına şahit olmadım. Ancak müşterilerin şikâyeti üzerine açılmış bir dava dosyası vardı” cümlesiydi. Zaten öyle bir dosya vardı ve delil olarak dosyada duruyordu. Başkaca da bir delil ileri sürülmemişti. Burada Savcı, şüphelinin müsned suçu işlediğine dair delil bulunmadığından takipsizliğine karar vermeliydi.
Hâkim beyin aklı almıyordu. Birinci sınıf olmuş yirmi yıldan fazla kıdemi bulunan bir Savcı nasıl böyle bir hata yapabilirdi. Mahkemede aklansın demek, bu kadar basit mi görülüyordu. Suçsuz yere bir kimsenin hakkında dava açılmasının neticeleri, kişinin üzerindeki psikolojik tesirleri, bu sebeple oluşacak maddi kayıpları hiç mi düşünülmemişti. Evet hiç düşünülmemişti. Çünkü Savcının başına veya yakınının başına böyle bir şey gelmemişti. Gelmiş olsa böyle bir hataya düşmezdi. Hem ifadeye çağırıyor hem de ifade almadan dava açıyordu.
Hâkim beyin aklına bir hatırası geldi. Bir hâkim Sulh Ceza nöbetçisi olduğunda kapkaç dahil, basit hırsızlık olaylarında şüpheliyi tutuklamazdı. Bir gün karısı pazarda kapkaça maruz kalıyor, içinde yüklü parası olan el çantasını kaptırıyor. O günden sonra Hâkim her türlü hırsızlık dosyasında şüphelileri tutuklamaya başlıyor.
******
Stajyer hanımın duruşmaları başladı. Ancak bir türlü karar verilemiyordu. Çünkü her duruşmada şikayetçi avukat ilgisi olmayan bir dosyanın daha celbini istiyor, davayı ertelemeye muvaffak oluyordu. Hatta duruşmalardan sonra stajyere “Bir de hâkim stajyeri imişsin, hâkim olacakmışsın. Bunu iyice kafana sok, ben seni hâkim yaptırmayacağım.” diyormuş.
Arkadaşları stajını bitirdi, kura çektiler. İki yıl geçti. Hâlâ bu dava ile uğraşıyordu. Hâkim bey O’nu her gördüğünde gözü yaşlı idi. Teselli etmeye çalışıyordu. Ancak pek muvaffak olamıyordu. Psikolojisinin bozulmasına ramak kala beraat etti ve mesleğe kabul edilerek kura çekti. Şimdi de başarılı bir hâkim olarak görevine devam etmektedir.
“Mahkemede aklansın” diyen Savcı da kim bilir belki de bu cümleyle nelere sebep olduğunu bilmeden birçok soruşturma dosyasında takipsizlik kararı vermesi lâzımken hâlâ “mahkemede aklansın” felsefesi ile dava açmaya devam ediyordu.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.