
Mevsimler ve tabiat her yıl bize hayatı özetler. Her bahar doğuşun; her kış ölümün habercisidir. Tabiat, her mevsimde hayata dair bir ders fısıldar. Doğduğumuzda bahar gibi taze ve umut dolu; gençliğimiz yaz gibi canlı, hareketli ve parlak… Sonbahar orta yaşla birlikte gelen yorgunlukları, değişimi ve kabullenmeyi simgelerken kış ise yaşlılık, dinginlik, maziye dönük bir tefekkür hali…
Baharda toprak uyanır, yeşilin her tonunda bir huzur, bir yenilenme vardır. Ağaçlar çiçek açar, hayvanlar canlanır, hava bile başka kokar.
Yazın güneş yeryüzüne hayat serper, renkler doygunlaşır, insanın içi enerjiyle dolar. Meyveler olgunlaşır, emekler filiz verir; tıpkı insanın üretkenliğinin ve tutkusunun zirvesine çıktığı çağlar gibi. Yaz, yaşamın en harlı, en dolu nefesidir. Bu mevsimde zaman, adeta içinde kaybolunan bir serap gibidir; günler uzun, geceler tutkulu, kalpler aceleci… Hayat, “bitmeyecekmiş” gibi görünür. Oysa her zirve, kendi sükûnetini içinde taşır. Her ışığın ardında bir gölge saklıdır; o gölge, yaklaşan sonbaharın habercisidir.
Sonbahar geldiğinde rüzgârların sesi değişir; yapraklar birer birer toprağa döner. Bu mevsim, geçmişe dönüp bakmanın, kabullenmenin ve içsel bir dinginlik arayışının vaktidir. Tabiat yavaşça susar; insan da kendi içine döner, olgunluğun sessiz huzurunu tadar. Dökülen yapraklar, toprağa yazılmış vedâ cümleleri gibidir; kimisi kırılgan bir tebessüm, kimisi içli bir sükût taşır. Her renk, bir hatırayı içinde saklar. Sonbahar, bize gösterişin değil, derinliğin mevsimidir; dışın solduğu, için parladığı zamandır. Ve insan, bu mevsimde faniliğin hakikatini duyar. Her düşen yaprakla birlikte içindeki hevesler de eksilir, yerine tefekkürün dinginliği gelir. Hayatın geçiciliğini fark etmek, bir hüzün değil, bir olgunluktur aslında; çünkü insan ancak fâniliğini idrak ettiğinde hakikate yönelir.
Ne var ki çoğu zaman insan, kışı kendine uzak görür. Hep baharda kalmak ister. Oysa mevsimler bize her şeyin bir sonu olduğunu usulca anlatır. Tabiatı beyaza bürüyen karlar yılın bittiğini; saçlara düşen beyazlar ise zamanın sessizce geçtiğini fısıldar. Ve bir gün, ansızın kışın içinde buluruz kendimizi. Kışın sessizliği, dışarıda soğuğun hükmüyle, içeride derin düşüncelerin sıcaklığıyla yankılanır. Her şey sükûnete bürünür; insan, kendi iç sesini daha net duyar. Bu sessizlikte, hayatın anlamı yankılanır: Ne çok şey yaşamışız, ne az şey anlamışız aslında.
Kış, ruhun tefekkür mevsimidir…
Buz tutmuş pencerelerde geçmişin izleri belirir. Her nefes bir dua olur, her hatıra bir sığınak. Soğuk, bedeni üşütse de kalbi arındırır. Çünkü insan, bazen donarak dirilir. Zira kış, vuslatın eşiğidir. Her şeyin durduğu, görünmeyenin konuştuğu bir vakittir o. Kar taneleri toprağa değil, kalbe düşer; içimizdeki gürültü diner. İşte o vakit, insan hakikatin nefhâsını hisseder. Bir sessizliğin içinde konuşan sonsuzluğu…
Modern dünyada göze hitap eden insanlar artsa da; gönüle hitap eden insanlar maalesef azaldı. Kalpten yapılmayan işler, içi boş bir gösteriden öteye gitmez. İnsan kalbini, vicdanını kaybettiğinde hayat da anlamsızlaşır. Sabır, sebat, merhamet gibi kıymetler yitirilince; geriye yalnızca hüsran kalır. Oysa insan, özüne döndüğünde hakikatin sükûtunu duyar. Kalp, aklın kavrayamadığını hisseder. Gönül, bazen kelimelerin bittiği yerde başlar. İşte o an, hayatın asıl sesi duyulur: Sessizlik…
Sükût, kelimelerin bilge hâlidir. Konuşmadan anlatabilmenin erdemi bu beş harfe münhasırdır.
Nice hakikat, ne bir sözde ne bir bakıştadır.
Ancak bir susuşun derinliğinde tecellî eder.
Bu yüzden, kalbin dili bazen bin söze bedeldir.
Bu kısa ömürde aslımızı unutmamalıyız. Nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi bilmek, bizi hakiki manada insan yapar. Öyleyse hayatla iyi geçinmeli, gençliğin kıymetini bilmeli ve yaşadığımız her ânın bir emanet olduğunu unutmamalıyız. Zira insan, fani bir misafirdir bu kâinatta; azığı iyilik, yoldaşı sabır, menzili ebediyettir. Her nefes, bir adım daha yaklaştırır bizi dönüşe; her gülüş, biraz daha eksiltir zamanı.
Hilkatin sırrı, teslimiyettedir. Rıza göstermek, boyun eğmek değil; kaderin hikmetini sezebilmektir. İnsan, kaderine razı oldukça genişler; tıpkı yağmurun göğe değil, toprağa düşerek çoğalması gibi.
Hayat, sadece yaşanacak bir süreç değil; aynı zamanda hesap verilecek bir yolculuktur. Öyleyse bu yolculukta nasıl yürüdüğümüz, ne bıraktığımız ve nasıl hatırlandığımız mühimdir. Hüzünlü anlar olur ama bahar yeniden gelir. Neşe, hüznün ardından doğar. Yeni doğan bir çocuk gibi, her sabah temiz bir başlangıçtır aslında. Tıpkı kıştan sonra gelen bahar gibi.
Ve döngü yeniden başlar. Her son, yeni bir başlangıcın eşiğidir. İnsan ömrü de tıpkı tabiat gibi, sürekli yenilenir. Bu devranda kalıcı olan tek şey, insanın bıraktığı izdir; bir tebessüm, bir iyilik, bir dua kadar sessiz ama bir ömür kadar kalıcı izler… Belki de insan, unutulmamak için değil; iz bırakmadan güzelleşmek için yaşar. Çünkü her mevsim, varlığın değil, anlamın yeniden doğuşudur.
Hülasa; hayatın her evresi kıymetli, bahar kadar kış da gereklidir. Her uyanışın bir uykusu, her başlangıcın da bir sonu vardır. Asıl mesele, bu yolculuğun sonunun hangi ruh haliyle biteceğidir.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Her cümlesi bir hikmeti anlatan böyle bir yazıyı anlamaya çalışmak beni yordu. Ancak bir nefeste okuyacak kadar da akıcı buldum. Sanki yılların edibinin gönlünden kaleme gelmiş bir yazı gibi.
Tebrik ederim.