
Gözlerin mahmurluğunu kamçılayan güneş ışıkları yüzünüzü tatlı tatlı okşamaya başladıysa hayata başlama vakti gelip çatmış demektir. Tatlı rüzgarın esintisini ciğerlerinizde ve yüreğinizde hissetmek size iyi gelecektir. Rüzgar bu kıyağı sabah saatlerinde dışarıdaki hiç kimseye yapmaz. Çünkü sokaklarda tatlı esintileri vardır. Ayak sesleri pek olmaz. Bacakların dayanak olduğu gövdenin taşıdığı bilinçler kendi içindeki labirentlerden kaçmakla uğraştığından dolayı lodosa bile yakalansalar yaşamını yitirmiş sinirleriyle hiçbir şey hissetmezler.
Kendinizi sıcak yatağınızdan kaldırıp elinizi yüzünüzü duru ve soğuk bir suyla yıkamak maharetini gösterirseniz ufak bir kombin yaptıktan sonra kapı tokmağını çevirip dışarıya ayak basabilirsiniz. Güneş yüzünüze pek de gülümsemez. Bulutlar da kararıp belki de içinizi ürkütmez. Sokaktaki birkaç gözden sadece ikisi olarak bakarsınız. Peki nereye? Etrafın tadını çıkara çıkara yürüdüğünüz sırada hoşunuza giden birkaç binaya mı? Bir babanın elinden tuttuğu sevimli mi sevimli bir çocuğa mı? Yoksa alın teriyle demir döven mütevazı bir kılıç ustasına mı? Bunlardan herhangi biri olabilir. Tabii ki yatağınızdan henüz kalkmadıysanız. Kendinize bir çimdik attıysanız ve diri olduğunuza eminseniz göreceğiniz şeyler uzaydaki boşluktan çok daha derin olacaktır.
Saat öğle vaktini vurana kadarki zaman dilimi insanlar için yalnızca bir köprüdür. Sadece ve sadece karşıya geçmek isterler. Geride kalanların insanlar için bir önemi yoktur. Herkes hiç kimseyle tamamen aynı değildir. Bu sebepten ötürü amaçları ve bu yollarda boğuştukları fırtınalar da farklıdır. Herkesin derdi vardır. Kimsenin bir başka derdi daha yüklenecek sabrı yoktur. Onlar için mutluluk paylaştıkça azalır. Üzüntü paylaştıkça çoğalır. Hiçbir şey yoktur. Sadece kendi dünyalarında hükümdarlığını kutlayan esirler vardır.
Öğleden sonra saat iki ile üç arasındaki zamana kavuştuysanız artık diken üzerindesiniz demektir. Alıp da kolunuza takmaya kıyamadığınız saatinizi artık kutusundan çıkarmanız gerekir. Ailenizin kara gün dostu olarak verdiği parayı kullanmanın tam zamanıdır. Üstünüzdeki elbiseler kuru temizlemeden yeni çıkmış, ütüden yeni geçmiş bir vaziyette olmalıdır. Giyinirken bir kırışıklık kendini gösterirse ateş böceklerinin ışıltıları arasında bir Samsa’ya dönersiniz. Bir esnaf lokantasından sıradan bir yemek yiyemezsiniz. Vakit çoktan geçti! Koştura koştura itinayla cilalanan, en güzel renklerle boyanan, elmas bardakları içinde en çok barındıran restorana gitmelisiniz. Önünüzdeki peçeteyi kibarca boynunuza yerleştirdikten sonra sizlerin iyiliği için sizi düşünme zahmetinden kurtarmak isteyen kültürün sizin yerinize düşündüğü yemekleri afiyetle yemek zorundasınız. Bahşiş bırakıp bırakmamak size kalmış. Askıda yemek konusu tarihe gömülmüş. Gömülsün ne çıkar! Sizin sahnedekilere güzel görünmeniz gerekir. Önemli olan da budur. Merak etmeyin, gerisi zaten görünmezdir.
Çeşitli, rengarenk ve dipdiri oyuncuk performanslarınızdan sonra sokak lambaları bir bir yanmaya başlar. Tiyatronun çoktan bittiğini sanmadınız değil mi? Bir akşam sefası olmadan günü bitirmek yakışmaz. Kalabalıkta akın akın yürüyen yalnızlar bu saatlerde de yalnızlıklarının üstünü moda perdesiyle örter. Hele redingotlarıyla bacak bacak üstüne atıp oturan yakışıklı iki genci bir sanat binasına bakarken görürseniz onlara kulak verin. Daha dinlemeye başlamadan o ikisinin binanın artılarını ve eksilerini tartışarak ufuklarını genişlettiklerini duyacağınıza emin olursunuz. Fakat bu da bir başka rüyada olsa gerek. Sarf edilecek olan sözcükler sadece iki kuşun o binanın önündeki ağacın dallarında yaptığı hayali bir tartışmayla alakalı olacaktır. İspirto akan beyinlerden de fazlası beklenemez.
Kanıyla, canıyla, ışıklarıyla kendisini adeta bir kırmızı halı gibi ayaklarınızın altına seren yer işte burası. Peki ya şu ana kadar muhayyilenizde çizilen portrenin ardından nereye varmanız gerekiyor. Akıllarımıza ne kazınmalı? Ne kalmalı? Neva Bulvarı’nda ne var? Burada zorla oldurulmaya çalışılan hayallerin boğazına bıçak dayayan bir gerçeklik kıskacı var. Burada hayal ve gerçek öylesine iç içe geçmiştir ki insan hangisinden hangisine sığınacağını şaşırır. Bunu son resmini kanlı bıçak darbeleriyle çizen mütevazı bir ressamdan öğrenebilirsiniz. İnsanların taktığı yaldızlı maskeler var burada. Maskeleri o kadar uzun süre takarlar ki altındakini unuturlar. Onların kendileri hayattaki en önemli şeylerdir. Dolayısıyla kendisi için bir köprü görevi görmeyecek olan insanların da bir önemi yoktur. O ressamın cenazesine gelmeyen teğmenden bunun hikayesini dinleyebilirsiniz. Tabii ki hala hayattaysa.
Bulvarda insanların iki yüzü vardır. Bunlar siyah ve beyaz değildir. Biri siyahtır, öteki koyu siyahtır. O ışıltılı vakitlere, caddelere sakın aldanmayın. Aydınlatsa da ısıtsa da ateş nihayetinde ateştir ve buradaki ateş şeytanidir. Geceleyin ateş böcekleri her tarafta uçuşsa da vaktin gece olduğu gerçeği değişmez. Ayrıca, Neva Bulvarı’ndaki gündüzler de gecedir. Güneşin arkasında bir yerlerde ay gizlenmektedir.
Neva Bulvarı’nda karanlık bir odada ellerini ışığa tutarak kelebek yapıp çırpan ve bunu duvara yansıtan çatlak eller vardır. Bu gölge oyunu yollar boyu insanların gözünü boyayan hipnotik bir boyuttur. Burada insanlar yoktur. Kendini insan sanan sansarlar vardır.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.