
Patlıcanlar, biberler, domatesler kurutuldu. Kırmızı biber kurularından toz biberler çekildi. Tarhanalar elekten geçirildi, kavanozlara dolduruldu. Bidon bidon turşular da kilerdeki yerlerini çoktan aldı. Salamura yapraklar, kışlık domates soslar, salçalar, menemenler… Yaz meyvelerinden renk renk tazecik reçeller, pekmezler… Her şey hazır. Sıra geldi sonbahar temizliğine. Eve göz gezdirdi. Halılar lekeli, perdeler yıkanacak, koltuklar, mutfak dolapları, banyo, tuvalet, balkonlar, prizler hatta ampuller bile tozlu. O erişeceğinden bile emin olmadığı kış için hazırlık yaparken arka planda da bütün bunlar olmuştu demek. Bir an bu evi kilitleyip çıkmak, yepyeni bir evde yepyeni eşyalarla yeniden başlamak için delice bir istek duysa da çok iyi biliyordu ki mesele yeni bir başlangıç değildi.
Üzerine eski bir tişört ve çoktan diz yapmış eski pijamasını giydi. Saçlarını tepeden bir güzel topladı.
Önce evdeki bütün halıları süpürdü. Bir uçtan kaldırıp altlarını da süpürdü. Ne çok şey birikmiş bu halıların altlarında hayret etti. Halıları rulo yapıp kaldırdı. Sonra halıları yıkamaya gönderdi.
Halılar gelene kadar 1 hafta zamanı vardı. Oda oda mı gitmeliydi yoksa iş iş mi? Önce iş iş gitmeyi düşündü ama öylesi çok kafa karıştırıyordu. Oda oda gitmeye karar verdi.
Eveeet haydi bakalım. Önce o odaya baktı göz ucuyla. Bir türlü yer bulamadığı, ne atabildiği ne kullanabildiği ne de değerlendirebildiği bütün eşyaları koyduğu odaya. Çoğu eski, bazıları kırık, bazılarının hatırası var diye sakladığı tozlu bir sürü eşya. Ve verilmesi gereken bir sürü karar… “Neyse.” dedi. “Yatak odasından başlayayım.” Dolapları açtı. Tıkış tıkış olmuş raflar, raflardan sarkan giysilerin kolları paçaları, çoraplar desen çoğu eşlerini kaybetmiş perperişan… Önce tamamen dökmeden düzeltmeyi denedi ama maalesef böyle olmayacaktı. Bazen toplamak için her şeyi döküp elden geçirmek gerekiyordu. Atılacak, verilecek, tamir edilecek ve ütülenecek kıyafetleri ayırıp kalanları tek tek dürdü, yerleştirdi. Bir uçtan da ütü yaptı. Biraz sıcaklıkla bütün kırışıklar nasıl da düzeliyordu. Gardırobun üstünde ne varsa indirdi. Yorgan ve yastıklar da tozdan nasibini almıştı. En son dolabın en üst rafının en arkasına yaslanmış minik bir kutu geçti eline. Alelacele tıkıştırılmış hatıralar… Birine verdiği değeri o minik kutuya sığdırıp taa en geriye saklamıştı varlığını bile unuturcasına. Bu gerçekten değer vermek miydi? Kutunun da tozunu alıp yerine koydu. Eline bir çakmak geçti. “Bu çakmağın burada ne işi var?” deyip aldı ve oturma odasındaki kitaplığa koydu.
Sıra o odada mı yoksa çocuk odasında mı? O odaya göz ucuyla bir bakıp iç çekti. Komple ne varsa atsa, bomboş bir odası daha olacaktı. Ama ya içindeki bir şeye ihtiyaç duyarsa? Odanın kapısını kapatıp çocuk odasına başladı. Yatakların altlarını süpürdü. Yatakları bir güzel yıkadı. Perdeleri de yıkadı camları sildi. Çocuklarının dünyaya tozlu camlardan bakmalarına sebep olduğu için kendine kızdı. Onların dolaplarını da döktü. Dizleri delinmiş eşofmanlar, dirsekleri çıkmış kazaklar, eskimeye fırsat bulamadan küçülmüş kıyafetler, çok sevdikleri kıyafetlerdeki çıkmayan lekeler… Yine verilmesi gereken bir sürü karar… Bir güzel seçip düzenledi. Sıra oyuncaklardaydı. Gruplara ayırdı kutulara yerleştirdi. Farklı kategorilerde olup beraber oynanan oyuncaklar… Olmaz siz farklı kutulara aitsiniz. Bazı oyucaklar kırık dökük ama yine de hala çok seviliyor… Bir arabanın arka camı kırılmış. Keskin sivri bir köşe var. Tam atacaktı ki vazgeçti. Kırık da olsa o onlara aitti. Bu kararı onlara bırakmalıydı.
Eveet bir sonraki gün, sıra geldi o odaya. Bir sürü eşyayla ilgili verilmesi gereken bir sürü karar… Hayır hayır, o odayı bugün de pas geçecekti. Bugün oturma odasını temizleyecekti. Pencereleri aslında epey büyük olsa da ışık alamayan oda… Pencereler tozlu. Kitaplık… Eski defterler… Fotoğraf albümleri… Her şey, her yer tozlu. Kitaplığını düzenledi. Kitaplar bile ne kadar tozlanmış. Bir güzel süpürüp sildi. Çakmak? Bu çakmağın burada ne işi var? Götürdü ayakkabılığın içine koydu.
Mutfak gitti gidiyor bu ne hal! Bütün dolaplar yağ içindeydi! Hemen bir leğen dolusu silme suyu hazırladı. Çok özendiği yemekler, yeni denediği tarifler, yapıp beğendiği ya da bir türlü beceremediği yemekler, dibini tutturduğu muhallebili tatlılar ve bir türlü beceremediği sütlaç. Aman Allah’ım sütlaç! Alt tarafı süt, şeker ve pirinç! Bu üç malzemeyi birbirine bağlamayı bir türlü başaramamak da ayrı bir başarıydı besbelli. Sanki her birinden nokta nokta bir şeyler var buralarda. Yiyip bitirseler de işte hepsinin izi buralarda her yerde. Hepsini bir güzel silip temizledi. Erzak dolabını döktü. Kuru bakliyatlardan böceklenenler olmuş. Bizim kıymetini bilmediklerimiz bazen bir başkası için hazine… Acı soslarda birer parmak küf… Acı sözlerin de bir yere kadar kullanım ömrü var demek ki. Söz mü? Yok yok sos. Zamanın hükmü acı soslar üzerinde de etkiliydi. Sıra geldi buzdolabını çekip silmeye. Biraz çelimsiz de olsa çekmeyi başardı. Süpürürken süpürgeyi bir şeyin tıkadığını hissetti. İnce uzun oklavayla ittirerek çıkardı. Parlak kırmızı, enli bir cam parçası. Bu neyin parçasıydı? Uzun uzun düşündü. Çok sevdiği eski vazosunun kırık parçası. Defalarca süpürmesine rağmen hala parçaları kalmış. Gerçekten hayret edilesi. Kıyıda köşede kalmış hatıra parçaları…
Sıra geldi ayakkabılığa. Bütün ayakkabıları döktü önce. Çocukların küçülen ayakkabılarını ayırdı. Herkese ayrı birer raf yapmayı düşündü. Yazlık – kışlık ayırdı. Çakmak yine elinde kaldı. Aldı salondaki büfenin içine koydu. Eskiyen yıpranan ayakkabılar… Hangi yollarda eskittin? Ayakkabılığın boy aynasından kendine baktı. Yüzünde, gözünde her yerinde hatta aynaya yansıyan duvarlarda ve gözünün alabildiği her yerde parmak izleri…
Bir şey almak için yatak odasına girdi. Yerde tozlar gördü. “Bu tozlar nereden geliyor Allah’ım!” dedi. “Daha yeni temizledim.” Gözü o odaya takıldı. Cevap belliydi. Ama yok! O odayı temizlemek yerine yatak odasını tekrar süpürmeyi seçti.
Ertesi gün sıra salona geldi. Güzelce her yeri süpürdü. Kırlentlerin kılıflarını yıkadı. Koltukları da yıkadı. Bir koltuk pek kullanılmamasına rağmen o da çok kirliydi. Koyu renk koltuktan çıkan kire inanamadı. Ama kir göstermemesi onun da kirlenmeyeceği anlamına gelmiyordu. Beyaz koltukların da işi gücü şov. Masa, sandalyeler, camlar, perdeler, kapılar, sehpalar ne varsa sildi temizledi. Duvarlara gözü takıldı. Bomboş duvarlara… “Benim dünyam ne kadar boşmuş!” dedi. Ne asılır bu duvarlara? Masaya işlemeli bir örtü örtmeyi düşündü. Üzerine de güzel bir çiçek… “Kimi kandırıyorum ki?” dedi burası işlemeli örtülerin şıkır şıkır şamdanların mumlukların, duvarlarda manzaralı tabloların olduğu bir ev değildi. Evet, kesinlikle değildi. Sonra büfeyi elden geçirdi. Alt dolapta başlanan ama devam edilmeyen hobiler… Tekrar ulaşılmayı bekleyen hevesler… Çakmak yine elinde kaldı. Yeri tam olarak neresi bu çakmağın?
Temizlediği odalarda yeniden tozlar gördü. Sanki o odanın altından ayaklanıp gelip diğer odalara inadına yayılıyordu tozlar. Önünde iki seçenek vardı. Ya o odayı boşaltıp temizleyecekti ya da diğer odaları dönüp dönüp tekrar temizleyecekti. Her evde var mıydı böyle içinden çıkılamayan odalar ya da oda olmasa da belki bir dolap ya da çekmece rafı? Veya bir çantanın bir gözü gibi mesela… Makasla keser gibi o odayı kesip çıkarsa? “Jenga mı oynuyoruz yaa!” dedi güldü kendine. Hem oyunun sonunda kule ne kadar büyürse büyüsün mutlaka yıkılır…
Bugün cesareti yoktu. Belki bir başka sefere… Çakmağı aldı o odaya koydu. Sessizce kapısını kapattı.
Çoğu eşyanın yeri değişmişti. Bir süre alıştığı yerlerde aradı eşyalarını. Ama zamanla yeni yerlerine de alışacaktı. Hem nelere alışmıyordu ki insan? Bir gün o odaya mutlaka girmesi gerekecekti, biliyordu. Gün geçtikçe işlerin zorlaştığını da.. Temiz olanı temiz tutmanın, kirli olanı temizlemekten daha zor olduğunu da… Halıları yıkamadan geldi. Son bir kez tüm evi silip süpürdü. Halıları serdi. Eve şöyle bir göz attı. Küçük olmasından şikayet ettiği evi aslında yeteri kadar genişti. “Acaba önceki hali mi benim dünyam, şimdiki hali mi?” diye düşündü. Belki de bu temizlik başlı başına bir hileydi kim bilir…
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Müthiş bir yazıydı… Çakmakla bizi peşisıra sürükledi… Yazarın sabrını, temizliğin teferruatında hissettik… Bir denemeden çok hikaye hatta roman hissi veren, bir evde eşya hükmünde bile olmayan basit bir çakmağın takibi mühimdi çünkü acaba ne zaman “Ver çakmağı yansın!” Diyecek bu yazar, diye düşündüm :)) ‘Kurdun aklına düşürme’ derler ama dönem dönem düşer böyle şeyler akla…. Ve o oda… Belki eşyalarıyla değil ama bütün yankılarıyla darma duman; içinde beklememiz gereken ama içimizde bizi bekleyen o oda… Unutma! Çakmak orada! :)) Çok çarpıcı buldum yazınızı sevgili kardeşim… Ertelemek kelimesini hiç kullanmamışsınız belki de… Ama ertelenmiş bir şeyleri hatırladım ve etkilendim…
Merhaba Ayşe hanım. Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim. Gerçekten çok mutlu oldum. Sevgiler
Tebrik ederim yine harika bir yazı. Emekçi bir kadının günlüğü :-) bir an biri beni seyrediyor sandım. O oda varya Boşver o odayı orasıda öyle güzel zamanını beklesin.;-) Benim Halılarımda kenarda el ayak çekilmesini bekliyor. Azıcık gerildim ama Heyecanla sonuna geldim. Kesin hile
Hatice ablacığım çok teşekkür ederim ❤️
Güzel bir yazı. Tebrik ederim. Bence de esas edebiyat yazmak için hârikulâde olaylar beklemek yerine her gün yaşadığımız âlelâde olaylardan zevkle okunabilecek metinler çıkarmaktır. Duru bir Türkçe ile, kendisini okutan bir üslupla…. Bu yazı tam da böyle bir yazı. Devamını bekleriz.
Efendim değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim. Allahü Teala razı olsun sevgiler