One Flew Over the Cuckoo’s Nest sinema tarihinin en meşhur filmlerinden biridir. Çek asıllı Milos Forman’ın yönetmenliğinde çekilen film, Ken Kesey’in romanından uyarlanmış, Jack Nicholson’ın efsane oyunculuğuyla hafızalara kazınmıştır. Filmin alameti farikası: Karakter yazımının mitolojiden ve edebiyattan beslenmesi ve bir roman uyarlaması olmasına rağmen romanın önüne geçecek şekilde farklı perspektifle sinemaya aktarılmasıdır.
Teknik Analiz
Seyircinin filmdeki karakter ve hikayeyle bağ kurması ve verilmek istenen hissiyatın artması için Yönetmen Forman, hikâyeyi abartılı dramatik hareketler yerine sade ve müşahit/gözlemci bir üslup kullanarak karakterlerle aynı mekânda aynı baskıya maruz bırakmak istemiştir. Oyuncuların kendi karakterleriyle “yaşamasını” isteyen Yönetmen, hassaten Jack Nicholson (Randle McMurphy) ve Louise Fletcher (Hemşire Ratched) arasındaki psikolojik gerilimi yansıtırken, bu düstur sayesinde neredeyse belgesel gibi hakiki tesir uyandırmada muvaffak olmuştur. Filmin büyük bölümü akıl hastanesinde geçtiğinden; Yönetmen, bu kapalı mekânı dramatik bir hapishane gibi resmederek karakterlerle birlikte seyircide de sıkışmışlık hissi yaşatmak istemiştir. Yönetmen, “otoriteye başkaldırı” temasını tek bir karakterin (McMurphy) çatışması üzerinden büyüterek içtimai bir tenkide dönüştürmüştür.
Beyaz ve gri tonların hâkim olduğu steril hastane ortamı, otoritenin baskıcı düzenini; umumiyetle sabit kamera ile kadrajlama tercihi ise hastane ortamının disiplin ve katılığını; McMurphy’nin enerjik sahnelerinde hareketli kamera tercihi de karakterin özgürlükçü ruhunu görselleştirirken suni aydınlatmadan çok, gün ışığı, mekanda bulunan ampül ve florasan gibi gerçek ışıklar tercih edilmesi ise filmdeki gerçeklik hissiyatını artırmıştır.
Filmde klasik dramatik müzikler yerine, akıl hastanesinin rahatsız edici ve baskıcı atmosferi destekleyen minimalist ve alışılmadık tarz olan su borusu benzeri sesler, çıngıraklar, elektronik efektlere yer verilmiştir. Sessizlikle birlikte seyircide daha güçlü bir huzursuzluk meydana getirmek için müzik kullanımı asgari seviyede tutulmuş; özgürlük yahut isyan anlarında müzik ortaya çıkarak sahneler arasındaki zıtlık hissedilir kılınmıştır.
Chief’in pencereyi kırıp kaçtığı an, geniş planla özgürlüğün sinematografik karşılığı olmuş; içerideki boğuculuk, dışarıdaki ferahlıkla kontrast oluşturmuştur. Aynı sahnedeki müzik, seyircide hem bir özgürlük coşkusu hem de hüzün hissi bırakarak film sonlanmıştır.
Neticede filmin mekân, görüntü ve ses itibariyle sistematik bir şekilde harmanlanması belli bir kalitenin üstüne çıkmasına vesile olmuştur fakat filmin şaheser olmasına yardım etmiş olmaktan ileri gidememiştir. Şaheser olmasına esas sebep ise aşağıda derinlemesine inceleyeceğimiz karakter yazımı, oyunculuk ve bir roman uyarlamasındaki perspektif değişikliğinin doğru kullanımıdır.
Karakter
Jack Nicholson’ın canlandırdığı McMurphy karakteri, akıl hastanesine bir suçlu olarak girse de kısa sürede bir hasta değil, hürriyetin ve başkaldırının temsilcisi olarak görünür. Onun kahkahası, steril duvarlarda yankılanan sıradan bir ses değil, otoritenin soğuk düzenine saplanan bir hançerdir. Hemşire Ratched’ın sessizliğiyle bastırdığı koğuşa, McMurphy kahkaha ve türlü oyunlarla çıldırtıcı bir canlılık getirir.
McMurphy, ne tamamen bir kurtarıcıdır ne de kusursuz bir kahraman… Kumarbazdır, kavgacıdır, bencil gibi görünür; fakat bu zaafları bile onun sahiciliğini besler. O, “normal” toplumun “anormal” insanıdır. İkiyüzlü düzene kıyasla daha dürüst, daha insancıldır. Onun en büyük suçu, zincirlere boyun eğmemesidir.
Film boyunca McMurphy’nin deliliği ile sağduyusu arasında gider geliriz. Hakikatte deli değildir hatta düzeni sarsacak kadar “akıllı”dır. Bu tenakuz, onu hastaların gözünde bir kurtarıcıya; sistemin gözünde ise tehlikeli bir yabancıya dönüşmesine sebep olmuştur.
McMurphy’nin kaderi trajiktir. Otoritenin pençesi onu lobotomiyle susturduğunda, aslında bedenen yaşamaya devam eder ama ruhen öldürülür. Yine de ölümü mağlubiyet değil zaferdir. Chief, yastıkla boğarak McMurphy’nin bedenini öldürmüş ama camı kırarak kaçarken de ruhunu diriltmiştir. Onun bedeni zincire vurulsa da fikri özgürlüğe kavuşmuştur.
Edebiyattan Beslenme
Hastalarda neşe, umut ve isyan duygusunu harekete geçirerek otoriteyi sarsan ve bedelini lobotomiyle susturularak ödeyen McMurphy; ateşi çalıp mahkûmlara taşıyan, fakat sonunda zincire vurulan Prometheus’un arketipidir. Her ikisi de cemiyet için acı çeker; kendi varlıkları bedel öder ama bıraktıkları kıvılcım başkalarını özgürleştirir.
Deliliği rol yaparak üstlenen fakat düzenin gerçek yüzünü ifşa ederek oyunbazlığı, yel değirmenlerine saldırarak hayali bir adalet mücadelesi veren; deliliğiyle gerçekliğin sınırlarını zorlayan Don Kişot’un romantik çılgınlığını andırır. Don Kişot’un hayalleri ile McMurphy’nin kahkaha ve başkaldırısının müşterek yönü; aslında bu hususiyetlerinin delilik olmamasına rağmen cemiyetin “akıl” algısının dışında olmasıdır.
Sistemin adaletsizliğine karşı çıkan ama bencillikle işlediği cinayetin yükünü taşıyan ve iç hesaplaşmasıyla arınan Raskolnikov’un vicdanının sesiyle dönüşümü; kumar, oyun ve cezaevinden kurtulmak gibi şahsi menfaatleri olan yani bencil olan ama giderek başkalarının umudu için kendini feda eden McMurphy’nin fiiliyatla dönüşümüne oldukça benzerdir. Zira, ikisi de kendi trajedileri üzerinden insanlık için bir ders bırakır.
Hastaları “uyanışa” çağırıp, sonunda kurban edilen McMurphy’nin bu çilesi ferdi değil içtimaidir. Kendisi ölür ama ardında inanç ve umut bırakır. Chief’in kaçışı bu “dirilişin” simgesidir.
Don Kişot gibi deliliğin kıyısında, Prometheus gibi bedel ödeyen, Raskolnikov gibi ruhen değişen bir figürdür. Onun edebî büyüklüğü, hem şahsi zaaflarıyla insan oluşundan hem de kendi sonunu göze alarak başkalarının zincirini kırmasından gelir.
Uyarlamada Perspektif Değişimi ve Tercihler
Filmin uyarlandığı Kesey’in romanında hikâye, yarı Kızılderili, çoğu zaman sessiz ama zihninde çok güçlü bir iç monolog yaşayan bir hasta olan Chief Bromden’ın “deli” bakış açısından anlatılır. Otoriteyi devasa makineler, sis ve sanrılarla tasvir eden roman; daha subjektif, halüsinatif, sürreal ve metaforlarla dolu yazıldığı için gerçek ile hayal iç içedir. Filmde ise ana karakter McMurphy’dir. Chief geri plandadır ve iç dünyası hiç aktarılmaz. Çoğu yan karakterin bile sathî aktarıldığı filmde Chief’in geçmişine dair romanda önemli yer tutan babasıyla olan ilişkisi ve Kızılderili kimliği gibi malumatlar yoktur. Filmde daha gerçekçi, gözlemci bir bakış açısını ve romanın alegorik “büyük makine” metaforunu barındırmamayı tercih eden Yönetmen Forman, romanın şiirselliğini değil, dramatik çatışmasını öne çıkarmak istemiştir.
Romanda “Combine” adlı dev bir makinenin temsilcisi gibi resmedilen yani sadece bir kadın olmaktan ziyade tüm mekanikleşmiş düzenin sembolü olan hemşire Ratched; filmde daha çok tek başına bir otorite, antagonistik figür olarak gösterilir. Bu sayede filmde alegori azalırken psikolojik çatışma öne çıkmıştır.
Romanda da filmde de Chief, McMurphy’yi boğduktan sonra kaçar. Ancak bu, romanda onun kendi travmaları ve babasının otoritesiyle hesaplaşmasının neticesi iken filmde McMurphy’nin “ruhunu özgürleştirmek” anlamına gelir.
Neticede romanın müellifi Ken Kesey, filmi ilk seyrettiğinde hayal kırıklığı yaşamış ve filmin hikâyesi için “benim romanım değil” demiştir. Çünkü onun maksadı ferdî bir isyan değil, daha geniş bir içtimai (mekanik) sistem eleştirisidir. Yönetmen Milos Forman ise bunu daha insani ve dramatik bir cihanşümul çatışmaya dönüştürmüştür.
Jack Nicholson
Jack Nicholson’un kariyeri düşünüldüğünde bu film,hem onun oyunculuk serüveni hem de sinema tarihindeki konumu açısından dönüm noktasıdır.
Nicholson 1960’ların sonunda ve 70’lerin başında Easy Rider, Five Easy Pieces, The Last Detail, Chinatown gibi filmlerle kendini ispatlamıştı. Ancak bu filmler daha çok “bağımsız” ya da “anti-Hollywood” damarı taşıyordu. Nicholson tanınıyordu, fakat henüz bir “ikon” değildi.
Nicholson’un bu filmdeki McMurphy rolü bütün enerjisini, karizmasını ve delişmenliğini en yoğun yansıttığı karakterlerden biridir. Gözlerindeki şeytani parıltı, kahkahasının sahiciliği ve spontane gibi görünen oyunculuğu, bu rolü neredeyse onunla müşahhas kıldı.
McMurphy rolü, Nicholson’a “asi, kural tanımaz, otoriteyle çatışan” karakterlerin efsanevi oyuncusu unvanını verdi. Daha sonra The Shining’de Jack Torrance, Batman’de Joker gibi rollerinin kabul görmesinde bu filmin büyük payı vardır.
Nicholson, 1970’lerin “Yeni Hollywood” döneminde ortaya çıkan, tabii, spontaneye açık ve hissederek oyunculuk yapma anlayışını en iyi temsil eden isimlerden biri oldu. McMurphy rolü bunun zirvesidir.
Nicholson, En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını ilk kez bu filmle kazandı. Böylece, bu filmle dönemin en büyük aktörlerinden biri olarak tescillendi.
Son Söz
Sanat eserleri, özellikle batı sineması, bazen Ehl-i Sünnet ahlâkının terminolojisiyle tam örtüşmeyebilir. Ancak bu eserler insanî trajedileri, zulmü ve hürriyet arzusunu görünür kıldıkları için faydalı mülahaza zemini teşkil ederler. İslamî bir perspektiften bakarken, niyet, usul ve netice süzgecinden geçirmelidir. Sanattan alınacak dersi bu üç kıstasa göre değerlendirmek insaflı olacaktır.
Şayet niyet veya alt metin; adalet ve insanî değerlerse filmlerdeki başkaldırı ve isyan teması, baskıya karşı insanî bir tepki ve mazlumların şerefini müdafaa çağrısı olarak İslam ahlâkına münasip bir vasıtadır. Şiddeti ve kaosu romantikleştiren ve fitneye zemin oluşturan filmler ise mahzurludur.
Seyircinin kalbine temas edip ahlakına müspet tesir ediyorsa yani kalbini ıslah ediyorsa kıymetli; ancak sadece şiddet çağrısı yaparak fitneyi kamçılıyorsa elbette kıymetsizdir.
Bu filmde insanlara zarar verme, şiddete sevk etme maksadı olduğunu veya kaos güzellemesi yapıldığını söylemek filme insafsızlık olacaktır.
Neticede film; zulme dikkat çekme niyetiyle kıymetlidir. Nefsî değil, ıslahî bir direniş olsaydı, dinî açıdan faziletli olabilirdi ancak usul yönüyle fitneye kapı açtığı için meşru değildir. Bu sebeple filmi, “otoritenin merhametsizliğini teşhir eden bir ibret” olarak değerlendirip, filmdeki “kural tanımazlığı ve başkaldırıyı” ahlâkî bir model olarak değil de düzen içinde adalet arayışına yönelten bir ikaz olarak okumak daha doğru olacaktır.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.