TahlilKitap

“Palto” Bir Hayalin Ardında Yıkılan İnsanlık

Gogol’un Palto adlı eseri, bir devlet memurunun yaşamı üzerinden insanın hayattaki yerini, onurunu ve yok sayılışını derin bir biçimde sorgulayan çarpıcı bir hikâyedir. Hikâyede yer alan  “Akakiyeviç sanki işi için yaratılmıştı” ifadesi, onun ne kadar sıradan bir çark dişlisi gibi görüldüğünü ama aslında o işi bir mefkûreyle yaptığına işaret eder. Zira Akakiyeviç, yaptığı işin içinde kendini bulmuş, yaşamını bu doğrultuda anlamlandırmıştır. O, etrafındaki tüm küçümsemelere, alaya, hor görülmelere rağmen kendini var edebilmiş bir figürdür. Kendisini aşağılayanlara kulak asmamış, çelme takanlara aldırmadan yürümeyi bilmiştir. İşte bu minvalde olan insanları Hz. Mevlâna’nın şu sözü tanımlar nitelikte:

“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbise yok; nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”

Gogol’un da işaret ettiği gibi, makamlar, mevkiler ve zenginlikler insanın hakikatini örten birer örtüden ibarettir. Asıl mesele, insanın içinde ne taşıdığıdır. Akakiyeviç’in hayatı, görünüşte silik ama derinlikte anlamlı bir duruşun sembolüdür. Yeni bir palto edinme arzusu, onun için sıradan bir eşya ihtiyacının ötesindedir. Bu istek, ona değer verilmediği dünyada bir varlık ispatı gibidir.

Palto, sadece bir giysi değil, bir kimlik, bir saygınlık arzusudur. Onu almak için fedakârlık eder, harcamalarını kısar, en temel ihtiyaçlarından feragat eder. Çünkü gayesi artık bir “palto” değil, insan yerine konma arzusudur. Ancak burada Akakiyeviç’in trajedisi başlar. Tıpkı sürekli hareket eden bir trenin içinde olup da, bir durağın kalıcılığına inanmak gibi, o da dünya durağında palto bankından hiç kalkmayacak gibi hayaller kurar. Hayat hayaldir. Ama bu hayal bazen acı bir gerçekle sarsılır. İnsan en çok sevdiğiyle sınanır; Akakiyeviç de en büyük arzusuyla imtihan edildi. Beklediği ikramiye gelir, hem de beklediğinden fazla…

Sanki yıllardır içine bastırdığı tüm arzular, o birkaç banknotla serbest kalır. Artık hayalini kurduğu yeni paltoya ulaşabilecektir. Ancak bu sevinç, onun sıradan ama vasatı bulduğu dünyasında bir kırılmaya yol açar. Yeni paltosunu giydiği ilk gün, çevresinin ona bakışı değişir. Daha önce fark edilmeyen, hor görülen o adam, herkesin nazarı dikkatini celbetmeye başlar. Akakiyeviç için bu değişim baş döndürücüdür; yıllardır aradığı saygının, sıradan bir giysiyle kazanılması hem umut hem de kırgınlıktır onun için. Paltoyla birlikte o da değişir; sokaklarda daha dik yürür, konuşmalara biraz daha kulak kabartır, hayata biraz daha yaklaşır. Fakat bu geçici iltifatın ve sahte kabulün arkasında yatan gerçeği fark edemez: Onu görenler hâlâ Akakiyeviç’in değil, üzerindeki yeni paltoyu görmektedir. Onu değerli kılan, hâlâ kendisi değil, taşıdığı nesnedir.

Ve o gece… Her şeyin gölgesine büründüğü o sert Petersburg gecesinde, tüm değerini yüklediği palto, sokakta acımasızca çalınır. Bir anda hem sıcağını, hem kimliğini, hem de görülme ihtimalini kaybeder. Çaresizce kapı kapı dolaşır. Yetkililere başvurur, yalvarır, anlatır. Ama bu çırpınışları faydasızdır; çünkü onun sesini duymak istemeyen bir düzen vardır karşısında. “Önemli şahsiyetler” için o, hâlâ yok hükmündedir. Tıpkı daha önce olduğu gibi… Çünkü sistem, yalnızca kalın sesleri ve gösterişli ceketleri duyar. İnce sesler, titreyen eller, eski yelekler bu yapının dikkat eşiğinin dışındadır.

Olaydan kısa süre sonra Akakiyeviç hastalanır. Artık bedeni de, ruhu gibi bu dünyaya sığmaz hâle gelmiştir. Ömrünün son günlerinde ateş içinde sayıklar, paltoyu, adaleti, merhameti, sayıkladığı bilinçsiz anlarında bile hâlâ bir şey istemez: Sadece görülmek, duyulmak ister. Ama o da çok görülmeden, sessizce hayata veda eder. Fakat hikâye burada bitmez. Şehirde bir hayalet dolaşmaya başlar. Gece vakitlerinde paltolar çalan, sokaklarda ansızın beliren bir siluet… Kimi onun Akakiyeviç olduğuna inanır, kimi bir efsane der geçer. Ama o hayaletin varlığı, görmezden gelinen her insanın içimizde bıraktığı soğuk bir izdir aslında. Demem o ki yazının sonuna geldiğimizde bir soru tevdi etmek arzusu uyandı.

“Kendimize şu soruyu sormalıyız: Bizler acaba Akakiyeviç’i görmezden gelenlerden mi, yoksa hâlâ görebilenlerden miyiz?”   

———

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Mehmet Ali Baran

Mülkiye. Edebiyat. Maraşî. Talebe. Beşer

2 Yorum

  1. Hele ki şu zamanda akayeviç’i görmezden geldiğimiz kesin. Gazze, Doğu Türkistan’ı görmüyoruz, duymuyoruz, bilmiyoruz. Bunun hesabı hepimizden sorulur.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu