
Bir milletin sınırlarına hapsolabilir mi insanlığın kadim çığlığı?
Rus edebiyatı, yalnız bir milletin, halkın ve coğrafyanın sesi değil, insan ruhunun derinliklerinde gezinen, cihanın sırlarını fısıldayan bir bilgedir. İnsanlığın varoluşsal acılarını, ızdıraplarını, kâh bir fırtınanın hırçın dalgalarına benzeyen tutkusu, kâh kış gecelerinin dondurucu yalnızlıklarını hatırlatan satır aralarında nakış nakış işlemiştir.
Aleksandr Puşkin’in “Yevgeni Onegin’i’’ kelimelerin büyüsüyle örülmüş şiirsel bir destandır. Bu eser, yalnızca bir roman değil; Rus edebiyatının doğuşunu müjdeleyen, entelektüel ufkuna şafak gibi vuran bir manifestodur. Puşkin’in kalemi, insanın içindeki çatlakları, kırıkları, çelişkileri ve cemiyetin varoluşun gizemini, adeta bir ressamın fırça darbeleri ile tuvale aktarır. Sanki her mısra, her satır buzulların altından volkanlardan fışkıran lav gibi okuyucunun zihninde yankılanır.
Rus edebiyatı, coğrafyanın acımasız ve merhametsiz iklimini satırlarına gezdirmeyi başarmıştır. Siyasi olayların, çalkantıların doğurduğu savaşlar, inançla isyan arasında bölünen ruhlar, çarların gölgesinde ezilen vicdanlar… bütün bu kargaşa, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ında bir tarih freskine döner. Napolyon’un ihtişamlı orduları değildir asıl muharebe; asıl muharebe alelade insanların yüreklerinde kopmakta olan fırtınalardır.
Anna Karenina’nın trajedisi ise cemiyetin katı normlarıyla ferdin tutkularının zevklerinin çarpıştığı bir arenadır. Tolstoy, aşkın kırılganlığını, sadakatin çelişkisini insanın kaderle olan mücadelesini anlatırken, okuru bir aynanın karşısına diker: İnsana ‘’sanki işte bu sensin’’ dercesine…
Fyodor Dostoyevski ise insan vicdanın yüreğinin karanlık tünellerinde bir meşale taşıyıcısıdır. Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’u günahların kötülüklerin ve pişmanlıkların sarmalında debelenirken, Karamazov Kardeşlerin Ivan’ı tanrı ile olan hesaplaşmanın ateşinde yanar. Dostoyevski’nin karakterleri, ne melektir ne şeytan; yalnızca insandır. Çatışmaları, korkuları tereddütleri ve umutlarıyla… onun eserleri okuyucuyu adeta bir uçurumun kenarına götürmekte ve düşünmeye zorlar; ‘’ özgür irade tanrı tarafından bir lütuf mu, yoksa bir lanet mi?’’
Rus edebiyatı altın çağını yaşadığı 19. yüzyılda, sanatın zincirlerini kırarak bir düşünce tarzına dönüşür. İçtimai adaletsizlikler, haksızlıklar, iktidarın yozlaşmış yüzü, ferdin yalnızlığı… Tüm bu temalar Çehov’un kısa hikayelerinde bir damla su misalinin dünyayı yansıtması gibi küçük anlarda gizlidir. Alelade insanların trajikomik hikayeleri üzerinden sistemin acımazlığını eleştirir.
Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ı, bir meşe ağacının kökleriyle dalları arasındaki çatışma misali… Bazarov’un nihilist fikirleri babaların geleneksel değerleriyle çarpışken, Tolstoy’un dirilişindeki nekhlyudov gibi, insanın kendi iç dünyası ile hesaplaşmasının toplumu nasıl dönüştürebileceğini sorgulardı. Turgenyev, kuşaklar arasındaki uçurumları, bir nehrin iki yakasını ayıran suyun soğukluğuyla betimler. Fakat o suyun altında, her iki tarafın da beslenmesi için ihtiyaç duyduğu aynı toprak yatar. Eser sadece bir aile dramı değil; adeta bir cemiyetin modernleşme sürecindeki sancılarını dönemin köy meydanlarında yankılanan fikirlerin çatırtı seslerini anlatır.
Tolstoy’un aristokratla köylülerin arasındaki gerilimi çekişmeyi işlemesi gibi, Turgenyev de kalemi ile insanın aidiyet arayışını cihanşümul bir trajedi olduğun okurun kulağına fısıldar.
Anton Çehov’un piyesleri ise Rus edebiyatının bir başka yüzüydü. Martı’nın sahnesinde dökülen gözyaşları, Vanya dayının iç çekişleri Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü’ndeki varoluşsal sorgulamaları ile aynı lisanı konuşurdu. Çehov, karakterlerinin suskunluklarında bile çığlık saklardı; tıpkı tarlada çalışmakta olan bir köylünün, alnındaki terle anlattığı hayat hikayesi misali… üç kız kardeş ’teki özlem Moskova’ya duyulan hasret değil, insanın kendi kaderine yazgısına karşı vermiş olduğu sessiz bir mücadele
Bugün hala dünya genelinde bu kadar okunması bir tesadüf değildir. Çünkü Rus edebiyatı, yerel olanın rengini cihanşümul olanın dokusuna ilmek ilmek işlemeyi başarmıştır. Puşkin’den Gogol’a turgenyev’e uzanan bu yolcukta, her satır her dize her kalem insanlığın ortak hafızasına kazınmıştır. Adaletsizlik arayışı, özgürlük tutkusu, ahlaki yozlaşmalar ve ruhun yeniden diriliş… bunlar, üzerinden asırlarda geçse solmayan temalardır.
——
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.