
Milli ve mânevi değerlerimizin temellerine yerleştirilmiş ilk bombalardan biri.
Adını bizlere ezberlettikleri o meşhur “Şinâsi Bey” yazmış “Şair Evlenmesi” isimli tiyatro oyununu.
Sonradan gelenlerin “Türk sermayesi ile çıkan ilk Türkçe gazete” diye yere göğe sığdıramadıkları, kendinden menkul Tercümân-ı Ahvâl isimli müsveddesinde tefrika şeklinde neşretmiş.
Edebiyat bakımından tam bir paçavra. Ne sanat var ne fikir. Bizi biz yapan kıymetlere fırlatılmış bir tükürük.
Unutturulmamış olması tam da bu sebepten!
Fikir ve edebiyatımızın köklerini Avrupa’ya bağlamak için can atanların “Batılı anlamda ilk Türkçe oyun” diye övdükleri bu tek perdelik komedi yazarının trajikomik ruh halini de açık bir şekilde ortaya koyması bakımından çok mühimdir. Sadece yazarının mı?
Bu eseri ilk defa kim kitap hâline getirmiş? Tahmin edin. Size biraz ipucu: Dil devriminin arkasındaki en mühim isimlerden biri, Selanikli, soyadında “dil” geçiyor, daha harf inkılâbının ilânından önce bu hususta Milliyet gazetesinde makaleleri neşredilmiş, vesaire…
“Şair Evlenmesi” piyesindeki imam karakterine Ebüllaklakatül-Enfi adını takmış. Ebüllaklaka… Sahtekâr ve rüşvetçi bir imam. Diğer bütün isim ve karakterler de ihtimamla seçilmiş.
Ne olacak konusu! Kültürümüzün kalpgâhı olan aile ve izdivaç elbette ki!
Şöyle başlıyor komedi: “…Bugün nikahım kıyıldı, yoksa aşk ile telaşımdan az kalsın nikâhsız güveyi girecektim”.
Ne şekilde devam edip nasıl bittiğini anlamak istiyor musunuz? Kafanızı kaldırıp cemiyetin iki yüz yılda getirildiği vaziyeti müşahede etmeniz kâfi.
Bu komedinin halen unutulup gitmediğini öğrenecek olsa yazarın kendisi dahi şaşkınlığını gizleyemezdi muhtemelen. “Ancak Meşrutiyet’in ilanından sonra […] Selanik’te oluşan bir hevesli takımı tarafından sahneye konulur.”[1] Ve gülüp sevinelim diye bugünlere kadar canlı tutulur.
Yazarın hayatını okuyan biri “Bu herifi nasıl tımarhaneye atmamışlar,” demekten kendini alamaz. Saplantılı, takıntılı, evinden bizâr, şüpheci, inatçı, laf dinlemez ve daha neler…
Paris’te yaşadığı dönemlerden: “… saat altıda Rue de Bac’tan Voltair rıhtımına çıkar, kırk elli adım sola gidip geldikten sonra Bac sokağıyla aynı istikamette olan Royal Köprüsü’nden geçer, yedi buçuğa kadar büyük havuzun karşısındaki kanepelerden birinde… tam sekizde Bac sokağını dikine geçen Rue de Lille’de Madame Berthe’in lokantasına girer; bir çorba, bir et, bir salatadan ibaret olan akşam yemeğini yer, kahvesini Quai Voltaire’de içer. Gece yarısına bir saat kalıncaya kadar Voltaire rıhtımında …. Birkaç kere sola sağa gidip gelerek zaman geçirir. Ondan sonra evine…”[2] Her gün! Aylarca! Aklî dengesi yerinde olan biri böyle robot misali hareket eder mi?
O rutinlerdeki bazı detayları buraya yazmaya lüzum yok.
Zaten sonunda psikoloji bedene vuruyor ve sayıklayarak can veriyor yazar:
“Fakat bu kasvet verici hayat, sonunda … vücudunu da tahrip etti.”[3] Ölüm döşeğinde ziyaretine giden doktor Sahip Efendi “Birkaç günlük ömrü kalmış. Sağlığı yerindeyken konuşamayan Şinâsi şimdi durmadan söylüyor!”[4] demiştir.
Batıya hayran olduğunu bilen dostları, imam efendinin ısrarlarına rağmen Müslümanlar gibi kefenle değil, Hristiyanlar misali tabutla gömmüşler Şinâsi Bey’i.
“Şinâsi” kelimesinin kökeni “tanımak” mânâsına gelen “şenâhtan” kökünden gelir. Son iki asırda fikir planında başımıza getirmedik bela bırakmayanları tanımak için güzel bir başlangıç olacaktır. Hatta Şinâsi kelimesinin bir anlamı da “Tanıyasın” ihtarıdır! Çok mânidâr değil mi?
[1] Şinasi, Şair Evlenmesi, İş Banksı Kültür Yayınları, 2021, Sayfa 30.
[2] a.g.e, Sayfa 33, 34.
[3] a.g.e, Sayfa 36.
[4] a.g.e, Sayfa 40.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.