Hatıra

Tuzak

Henüz on dört yaşındaydı. Yedinci sınıfa gidiyordu. Sınıfta samimi olduğu, birbirlerine ”kanka” dedikleri bir arkadaşı vardı. Teneffüslerde ve boş derslerde hep beraberdiler. Birbirlerine çok güveniyorlardı. Bir gün arkadaşı tenha bir yere çekti;

-Sana çok önemli bir şey söyleyeceğim ama söz ver bu sır olarak aramızda kalsın. Bir abi var, geçen hafta tanıştık. Bana bir adresle beraber küçük bir paket verdi. “Bu paketi götür şu adrese teslim et. Sana para vereceğim” dedi. Paketi aldım, götürüp teslim ettim ve döndüm. On beş dakika sürmedi. Bana çok para verdi. Bir de “Güvendiğin bir arkadaşın varsa onu da getir, bu işi beraber yaparsınız, ona da çok para vereceğim.” dedi. Aklıma sen geldin. Kabul ediyor musun?

Hiç tereddütsüz; “Evet kabul ediyorum” dedi. Böylece başına ne dertler açacağını bilmediği bir işe adımını atmış oldu. Arkadaşı;

– Ama bak tek şart bunu hiç kimseye söylemeyeceksin. Annen baban da dahil.

– Tamam

Böylece para kazanmaya başladılar. Kazandıkları parayı da istedikleri gibi harcayabildikleri için neşelerine diyecek yoktu. Bazen ders arasında bazen de dersler bittikten sonra beraber kebap yemeye giderlerdi. En sevdikleri harcama buydu.

******

Anne babalar her zaman; “Çocuklar dertleri ile beraber büyür.” derler. Çocuk dünyaya gelince hayatlarında yaşadıkları en büyük sevinci yaşarlar. Bebeğin hiçbir davranışını, bakışını, gülüşünü kaçırmazlar. Bunların her biri, ailede bir neşe kaynağı olur. Elden ele dolaşır, yere düşürmezler. İlk “anne”, ilk “baba” deyişi merakla beklenir. Acaba önce “anne” mi “baba” mı diyecek? Çoğu zaman “anne mi dedi, baba mı dedi” tartışması yaşanır. Minik minik konuşması dostlara, akrabalara anlatılır. İlk diş çıkarması merasimlerle kutlanır, hedikler yapılır, konu komşuya ikram edilir. Okula başlaması, okuma yazmaya başlaması hep mühim hadiselerdir.

Anne-baba, ilk çocukları için bu neşeli merhaleleri geçmişlerdi. Çocukları büyümüş, liseye başlamıştı. Davranışları farklılaşmış; çoğu zaman konuşmaz, sorulara cevap vermez, denileni yapmaz, hatta tersini yapmaktan zevk alır hale gelmişti. Son zamanlarda harçlığını aşan harcamalar yapmaya başlamıştı. Paranın kaynağı hakkında bilgi de vermiyordu. Anne-baba ne yapacaklarını bilemez haldeydiler. Halbuki çocuklarına gerekli ihtimamı gösterdiklerini, kendisiyle arkadaş ve sırdaş gibi olduklarını, sırlarını en önce bir birbirleriyle paylaşmak üzere sözleştiklerini, çocuklarının kendilerinden habersiz hiçbir işe kalkışmayacağını zannediyorlardı. Ama şimdiki haline ve davranışlarına bakılırsa böyle olmadığı anlaşılıyordu.

Anne-baba bu çocuğu daha yakın takibe almaya karar verdiler. Önce okuldaki öğretmenleri ile görüştüler. Öğretmenler, çocukta bir anormallik görmediklerini, derslerinin iyi olduğunu, ödevlerini zamanında yaptığını, kendisinden memnun olduğunu söylüyorlardı. Daha sonra çocuğu müşahede etmeye başladılar.

İştahsızdı, yemek yemiyordu; sorduklarında acıkmadığını söylüyordu. Halbuki iştahı normalde her zaman gayet yerinde bir çocuktu. Son zamanlarda bir şey olmuştu ama ne? Çocuğun ceplerini aramayı kararlaştırdılar. Çocuk uyuduktan sonra pantolonunun ceplerine baktıklarında, içinde beyaz toz olan küçük şeffaf poşetler buldular. Akıllarına ilk gelen “uyuşturucu” oldu. O anda yaşadıkları korku ve telaşı anlatmak mümkün değildi. Anne hemen ağlamaya başladı. Baba, anneyi teskin etmeye çalıştı; “Belki uyuşturucu değildir, belki içmiyordur. İçse, müptelâ olsa biz anlardık. Öğretmenleri de anlardı.” dediyse de anne tatmin olmadığı gibi kendisi de bu sözlerine pek inanmadı. İkisinin de dünyası o anda yıkılmıştı. Baba daha tedbirliydi. Hemen poşeti lavaboya götürüp açtı ve tadına baktı. Tadı, o ana kadar tattığı hiçbir tada benzemiyordu. Kokladı ama kokmuyordu. Uyuşturucu olduğuna emin oldu. Bütün poşetleri klozete atıp sifonu çekti. Böylece kısa yoldan meseleyi çözdüğünü zannetti. Böyle yapmakla büyük bir hata ettiğinin maalesef farkında değildi. Biraz rahatladı. Çocuğun pantolonunu yerine koyup kendileri de yatak odasına çekildiler. Ancak sabaha kadar gözlerine uyku girmedi.

*****

Çocuk sabahleyin hiçbir şey olmamış gibi kahvaltısını yaparak çantasını alıp okula gitmek üzere evden çıktı.

Çocuk akşam eve döndüğünde anne ve baba daha vahim bir durumla karşı karşıya geldiler. Çocuğun yüzüyle gözü şişmiş, morarmıştı. Çocuğu hemen odasına alıp sorguya çektiler. Önce bir şey söylemek istemedi ancak daha fazla baskıya dayanamadı ve öncesinde sır olarak gizlediği bu uyuşturucu satıcılığı işinden bahsedip bugün yaşadığı olayı anlattı; “Her zamanki gibi abiler bana poşet verdiler, yarın okula gelirken bildirdikleri adrese bırakmamı istediler ancak ben adresi bulduğumda elimi cebime attım, poşetleri bulamadım, düşürmüşüm. Adresteki adam, abileri aradı. Onlar da hemen gelip beni aldılar. Bir mahzene götürdüler. Poşetleri ne yaptığımı sordular, düşürdüğümü söyledim ama inanmadılar. Doğruyu söylemem için beni çok dövdüler. Düşürdüğüme dair ısrar ettim ve sonunda inandılar. Bana ‘Bu defa seni affediyoruz ama bir daha böyle bir şey olursa seni öldürürüz’ dediler ve beni bıraktılar. Okula da gidemedim bu hâlde , sokaklarda dolaştım durdum.” dedi. Anne-baba içten içe kahroluyorlardı. Çocuklarının dayak yemesine biraz da kendileri sebebiyet vermişti ama çocuklarının müptelâ olmadığına da ayrıca sevinmişlerdi. Şimdi çocuklarını bu girdaptan nasıl kurtarabileceklerini düşünmeye başladılar.

******

Büyükşehirlerde hâkim-savcı lojmanları tayin ile gelenlere yetmiyordu. Yeni gelenler Adalet Komisyonu’na müracaat ediyor ve sıra bekliyorlardı. Bazen üç dört sene sonra sıra gelebiliyordu. Hâkim bey de tayin olduğunda boş lojman olmadığı için adliyeye yakın ev aramış ancak bütçesine uygun ev bulamamıştı. Hâkim-savcıların oturabileceği bir eve maaşı aşan kiralar isteniyordu. Meslektaşları, adliyeden uzak yerlere açılmasını, oralarda daha uygun ev bulunabileceğini söylemişlerdi.

Hâkimlerin oturacağı evin hem muhitin hem de güvenlikli bir site olması mühim bir mesele olduğu için ev bulmak daha da zorlaşıyordu. Bir hafta boyunca onlarca ilâna baktıktan ve birçoklarını da gördükten sonra komşu bir ilçede beş bloktan oluşan bir siteden ev kiraladı. Bloklar üç kat ve on iki daireden oluşuyordu. Birkaç tanıdık da vardı. Çamlık bir tepenin dibinde, istendiğinde yarım saatlik bir yürüyüşle çamlık tepeye çıkılabilen, şehrin gürültülü kalabalığından uzaklaşılabilen bir yerdeydi. Bir hafta içinde taşındı. Sitenin önünde adliyeye giden belediye otobüs durağı da vardı. Yarım saatte bir otobüs kalkıyordu. Sabah yedi buçuk otobüsüne bindiğinde yarım saat sonra adliyede oluyordu. Adliyeye gidip gelirken bir ay sonra şunu fark etti: Aynı duraktan aynı saatte aynı kişiler biniyordu. Hemen hemen hepsini simaen tanıyor sadece isimlerini bilmiyordu. Selamlaşma da göz göze gelme de konuşma da yoktu. Garip olan bu duruma, kısa sürede alıştı ve hoşuna gitmeye başladı. Sitenin girişinde bir pazarlama mağazası vardı. Çoğunlukla ev aletleri satılıyordu. Kapıda gördüğü mağaza sorumlusu çoğu zaman ayağa kalkıyor ve selâm veriyordu. O da bu samimi selamına karşılık veriyordu. Ara sıra çay içmeye davet ediyordu. Bu davetlere icabet ediyordu. Zamanla arkadaş oldular. Her mesai dönüşü on beş yirmi dakika süren bu çay sohbetleri düzenli bir hal almıştı.

Bir gün yine yorgun argın mesaiden döndüğünde mağaza sorumlusunu kapıda gördü. Selam verdi fakat her günkü mütebessim adam değildi. Çok üzgün olduğu, bir gecede çöktüğü her halinden belli oluyordu. Bu hâlini görünce hemen mağazaya girdi. Masanın önündeki sandalyeye oturdu. “Ne oldu sana böyle” diye sordu.

-Hiç sorma Hâkim bey, başımıza çok kötü bir şey geldi.

Hâkim bey iyice meraklandı. “Hayır olur inşallah.” dedi. Adam can simidi bulmuş gibi anlatmaya başladı:

– Benim oğlum yedinci sınıfa gidiyor. Nasıl olduğunu anlayamadığımız bir şekilde uyuşturucu satıcılarının tuzağına düşmüş, ona kuryelik yaptırıyorlarmış. Şüphelendiğimde ceplerini ondan habersiz aradım. Uyuşturucu poşetlerini buldum. İçtiğini zannedip klozete attım. Şebeke elemanları bu poşetleri ne yaptın diye çocuğu çok dövmüşler. Çocuğumu bu halde görünce ben ve annesi şok geçirdik. Ben çocuğumun bu hale gelmesinde kendimi suçladım. Çocuğun cebindeki poşetleri klozete atmasaydım çocuğum dayak yemeyecekti ama poşetleri bulduğumda tekrar cebine koyamazdım. Şimdi de çocuğumu uyuşturucu şebekesinin elinde bırakamam ama ne yapacağımı da bilemiyorum. Gidip savcılığa oğlumu ihbar etmeyi düşünüyorum. Şebekenin elinde kalacağına gitsin hapiste yatsın daha iyi diyorum. Ama oğlumun kendisini ihbar edenin ben olduğumu öğrendiği zaman bir daha bana ‘baba’ demez, onu kaybederim diye de korkuyorum.

Hâkim Bey, çaresiz babanın sözünü kesmeden sonuna kadar dinledi. Baba namazında niyazında, kul hakkından korkan, haramdan uzak duran, mütevazı, mümin, mütedeyyin bir kimse idi. Böyle bir babanın çocuğu nasıl olur da böyle bir yola sapabilirdi. Birçok kötü davranışta, kötü yolda olduğu gibi birinci suçlu: kötü arkadaştı. Burada anne babanın ve öğretmenin en birinci vazifesi çocuğu kötü arkadaştan muhafaza etmesi idi. Çocuğa ‘kötü arkadaş’ çok iyi tarif edilmeliydi. Çocuğun tanımadığı bilmediği kimselerle, onları tanımadan, bilmeden ilk görüşte arkadaş olmaması gerektiği iyi anlatılmalıydı. Anne-baba, çocuğunun arkadaşını; sormalı, öğrenmeli, tanışmalı, kendisini ve ailesini araştırıp iyice tanımalı, gözünün tutmadığını çocuğundan bir şekilde uzaklaştırmalıydı. Büyük şehirde her an bir tuzağın kurulu olduğunu, bırakın çocukları, herkesin her zaman bu tuzaklara düşebileceğini bu şehirde yaşayanların hiç unutmaması gerekirdi. Her şey olabiliyordu. Hâkim bey bu şehirde vazifeye başladıktan sonra artık hiçbir şeye şaşırmıyor, hayret etmiyordu. Babanın zor durumunu, çaresizliğini yüreğinin en derinliklerinde hissetti. Bir komşu olarak, bir mümin kardeş olarak, bir arkadaş olarak el uzatmak gerektiğini düşündü ama nasıl? Hâkim bey, çaresiz babaya; “Çok geçmiş olsun, gerçekten çok üzüldüm. Sen çaresizliğine yenilme, metanetini muhafaza et. İnşallah bu badireyi en az zararla atlatırsın. Ben de elimden geleni yapacağım. Benden habersiz bir şey yapma. Allah yardımcın olsun.” dedi.

********

O gün mesai boyunca babanın hali gözünün önünden gitmedi. Ne yapılabileceğini düşünüp durdu.

Başsavcı vekili bir savcı vardı. Bu savcının bilgisine, soruşturmaları yönetme tarzına, olayı kısa sürede çözme kabiliyetine, pratik zekâsına hayrandı. Bir de bu savcı ile ilgili adliyede bir olay anlatılmıştı ki hâkim beyin çok hoşuna gitmişti. Savcı Kilisliydi, ‘Kilisliden hırsız çıkmaz’ diye de iddia edermiş. Tesadüf bu ya, bir gün polis müracaat savcısına bir hırsız getirir. Savcı kimliğini kontrol ederken Kilisli olduğunu görür. Başsavcı vekilinin iddiasından haberdar olan savcı hemen soluğu Kilisli başsavcı vekilinin makamında alır. Müstehzi bir tarzda hırsızın kimlik fotokopisini masasına koyar. Savcı kimlik fotokopisini eline alır;

– Sayın savcım bu ne?

– Kilisli bir hırsız.

– Olamaz, Kilisliden hırsız olmaz.

– İstersen seni tanıştırayım. Şu anda odamın kapısında bekliyor.

Başsavcı vekili kimlik fotokopisini inceler. Aynı soyadı taşıyan Kilis’te halen faaliyette olan bir kuyumcu arkadaşını hatırlar. Elini telefona atıp numarasını çevirir;

– Selamünaleyküm abi, nasılsınız?

– İyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız sayın savcım?

– Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Sana bir şey sormak için aradım.

– Buyur sayın savcım.

– Şu isimde birini tanıyor musun?

– Tanıyorum sayın savcım, oğlumdur.

– Şu anda nerededir?

– Şu anda yanımdadır.

– Kimliğine bakar mısın? Kimlik numarasını bana okur musun?

– Sayın savcım, kimliğini bir ay kadar önce kaybetti. Henüz yenisini de çıkaramadık. Neden soruyorsunuz?

– Senin oğlunun kimliğini taşıyan birisi hırsızlık suçundan şu anda adliyemizdedir. Onun için sordum. Öyle anlaşılıyor ki senin oğlunun kimliğini ele geçirmiş. Sen oğlunun vesikalık bir fotoğrafını çektir, bana gönder.

Soruşturma savcısı soruşturmaya sahte kimlik kullanmak suçunu da ilâve ederek devam eder. Neticede bu kişinin sahte kimlik taşıdığı ve Kilisli olmadığı anlaşılır.

Hâkim bey acılı babanın vaziyetini işte bu savcıyla müzâkere etmeyi düşünüyordu. Akşama kadar; duruşma, dosya, ifade, imza derken fırsat bulamadı. Mesaiden sonra servis otobüsüne bindi.

Biraz sonra bu başsavcı vekili gelip yanına oturdu. Yüzüne baktı ve gülümsedi. “Seni gökte ararken yerde buldum.” dedi. Savcı; “Hayırdır Hâkim bey” dedi. Hâkim bey mevzuyu bütün detaylarıyla anlattı. Servisin lojmana ulaşma süresi ortalama bir saat sürüyordu. Bundan daha müsait bir zaman olamazdı. Savcı bey; önce “Bu arkadaşın yarın adliyeye gelsin ben müracaat savcısına gerekli talimatı veririm, gereken yapılır.” dedi. Sonra biraz düşündü. “Hayır, bu işi ben üstleniyorum. Sen bana, babanın ve çocuğunun adını-soyadını ve adresini ver, yarın onları polis marifetiyle evlerinden aldırırım. İfadelerini kendim alırım, soruşturma dosyası açarım. Sen babaya bunu söyle, evde beklesin, çocuğunu da okula göndermesin. Çocuk, bu işe nasıl bulaştığını doğru olarak anlatırsa ve kendisine kuryelik yaptıranların isim ve adreslerini verebilirse veya polise bu kişileri gösterebilirse çocuğa kanunen ceza verilmez, ismini de soruşturmadan çıkarırız böylece baba da çocuğunu ihbar etmek zorunda kalmaz. İkisini birlikte celp edeceğimiz için de çocuk babasının kendisini ihbar ettiğini düşünmez, böylelikle esas şebekeyi yakalarız. Çocuk ile babasını da soruşturma dışına çıkarırız.” dedi.

Hâkim bey, bu Savcı hakkında düşündüklerinde yine yanılmamıştı. Nasıl teşekkür edeceğini bilemedi. Savcı bey; “Ne demek Hâkim bey bu çocuk bizim de çocuğumuz olabilirdi. Bizim görevimiz bu” dedi. Bu mütevazı tavrından dolayı Savcı beye hayranlığı bir kat daha arttı.

Servisten indikten sonra acılı babaya ayaküstü uğradı ve planı kısaca anlattı.

Ertesi gün yine serviste Savcı beyin yanında oturdu. Savcı kendisi anlatmaya başladı; ”Bugün babayla çocuğunu getirttim. Plan istediğim gibi işledi. Çocuğun verdiği isim ve adreslere polis gönderdim. Şebeke yakalandı. Onlar hakkında soruşturma dosyası açıldı. Çocuk ile babasının isimlerini hiç kayda geçirmeden evlerine gönderdim ancak şebekeyi yakalamış olsak bile bunların artıkları piyasada bitmez, çocukla babasına yine musallat olurlar, zarar verirler. Babaya tavsiyem işlerini tasfiye edip en kısa zamanda memleketine dönmesidir.” dedi. Hâkim bey teşekkür etti.

Servisten indikten sonra babaya ayaküstü uğradı. Savcı beyin tavsiyesini, kendisinin de bu tavsiyeye iştirak ettiğini, bunun çocuğunun geleceği için elzem olduğunu söyledi.

Acılı baba bir hafta içinde işlerini tasfiye ederek evini yükleyip memleketine döndü.

Uyuşturucu belâsının ise daha kaç hane yıktığı ise hiçbir zaman bilinemeyecekti.

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Emin ARICI

Öğretmen, Hakim, Avukat, İlahiyatçı, Mütekaid

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu