
O gün Ağır Ceza Mahkemesi duruşmasında oldukça ince, ancak muhtevası ile oldukça vahim bir dosyanın duruşması vardı. Bu dosya kardeş katili bir adamın dosyasıydı. İddianamede; sanık ile maktul arasında olay günü, sebebi bilinmeyen bir tartışma çıktığı, kavga ettikleri, maktulün, sert bir cisim darbesiyle oluşan kafa tası kırığı ve beyin kanaması neticesinde öldüğü, sanığın 765 sayılı Türk Ceza Kânunu 448. maddesi gereğince müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması isteniyordu.
Adam jandarma nezaretinde sanık sandalyesine alındı. Çok üzgün ve düşünceli idi. Sanki ruhu çekilmiş, bir tek kalıbı kalmıştı. Seyirci bölümüne bedenen çökmüş bir kadın alındı. Kadının hâlinden artık yaşamak istemediği, bu dünyayı içindekilerle beraber arkada bırakmak istediği anlaşılıyordu. Katilin ve maktulün annesiydi. Elli yaşlarında vardı.
Başkan sanığın kimliğini tesbite geçti. Otuz yaşlarında üniversite mezunuydu. Maktulün kardeşiydi. Savunması soruldu;
-Akşam işten eve geldik. Yemeğimizi yedik. Sahile inip yürüme kararı verdik. Sahilde epeyce yürüdükten sonra bir meyhanenin önünde dinlenmek niyetiyle oturduk. Çayımızı içtik. Hava çok güzeldi. Ertesi gün de tatildi. Abim bana, felekten bir akşam çalalım dedi. Ben de kabul ettim. Epeyce içtik. İkimiz de sarhoş olmuştuk. Kalkıp hesabı verdik. Sahilden evimize gitmek için dik yamaçta bulunan merdivenleri çıktık. Yokuş yukarı giden ve iki tarafında kaldırım bulunan yolda yürümeye başladık. Aynı zamanda sarhoş kafayla sohbet ediyorduk. Sohbet esnasında tartıştık. Şu anda sohbetin mevzusunu da hatırlamıyorum. Birbirimizi ittik. Abim sarhoşluğun da tesiri ile yere düştü. Bir daha da kalkmadı. Kalkması için başında bekliyordum. Elimi uzattım, bana elini uzatmadı. Üzerine eğildiğimde hareketsizdi, hiç kıpırdamıyordu. Ellerimi başının altına sokarak kaldırmaya çalıştım. Ellerime sıcak bir ıslaklık bulaştı. Gözüme yaklaştırdığımda kan olduğunu gördüm. Nabzını kontrol ettim. Atmıyordu. Hemen eve geldim, anneme haber verdim. Annem ambulans çağırdı. Hastaneye götürdüler. Hastaneye ulaşmadan öldüğünü söylediler. Benim abimi öldürecek bir sebebim yoktu. Öldürme kastım yoktu. Çok üzgünüm. Bu benim ve kardeşimin kaderiydi başka hiçbir şey diyemiyorum. Bu kadar.
Başkan “yaz kızım” dedi.
-Adli tıp İhtisas dairesinin raporunun geldiği görüldü. Okundu, maktulün ölüm sebebinin kafasına sert bir cismin çarpması sonucu oluşan kafatası kırığı ve beyin kanaması olduğunun tesbit edildiği anlaşıldı. Cumhuriyet Savcısından soruldu; Cumhuriyet Savcısı;
-Mahallinde keşif yapılsın.
-Gereği düşünüldü: Mahallinde olay yerinin incelenmesine, savunmadaki anlatıma uygun olup olmadığının tesbitine, Keşfin Hakim bey tarafından yapılmasına, kendisine tam yetki verilmesine, duruşmanın ileri bir tarihe bırakılmasına karar verildi.
Keşif günü hâkim bey başkanlığında kâtip, mübaşir ve sanığın annesi ile birlikte keşif mahalline gelindi. Annesinin olay yerini göstermesi istendi. Olay yerinde sanığın savunmasında belirttiği gibi yokuş yukarı bir asfalt yol, yolun her iki yanında kaldırım olduğu, kaldırım kenarının yoldan yüksekliğinin yirmi santim kadar olduğu, yakında mesken olmadığı, her iki tarafında da boş arsa olduğu, maktulün kafasının çarptığı kaldırım köşesinde kurumuş kan izinin halen belirgin olduğu tesbit edildi. Tesbit edilen hususlar zapta geçirildi. Keşfe son verildi.
Hâkim bey tesbit yaparken göz ucuyla anneyi izliyordu. Annenin tamamen çöktüğünü, saçlarının bembeyaz olduğunu gördü. Duruşmada saçlarında beyazlık yoktu. Bu kadar kısa sürede saçın böyle bembeyaz olmasına şaşırdı. “Çektiği sıkıntıdan, üzüntüden saçı bir gecede bembeyaz oldu” sözünü çokça duyardı. Ama açıkçası böyle bir şeyin olacağına pek ihtimal vermiyordu. Anneye;
– Size ne oldu böyle?
– Bir gecede saçlarım bembeyaz oldu. Kan şekerim altı yüze çıktı.
“Allah size sabır versin. Bu da sizin kaderiniz. Elden ne gelir”, diye teselli etmek istedi. Ancak Hâkim bey de böyle durumlarda kelimelerin ne kadar kifayetsiz kaldığının farkındaydı.
******
Karar duruşmasının günü geldi. Sanık bağsız olarak yerine alındı. Ayakta bekledi. Başkan beyin; “buyurun, lütfen oturunuz” ikazı üzerine sanık yerine oturdu. Başkan beyin bu kibarca, nezaketle sadece bu sanığa değil ne suç işlemiş olursa olsun her sanığa davranışını, hâkim bey hep takdir ederdi. Herkese en önce insan olarak davranıyordu. Bazı hâkimler suça göre, sanığa göre muamelede bulunuyorlardı. Hâkim bey bu muameleyi tasvip etmiyordu. Adam bir suç işlemişse cezasını zaten kanun veriyordu. Bunun dışında adamı üzen muameleleri de bir tür cezaydı. Bunun da kanunda yeri yoktu. Bu nedenle zaten her tür işkencenin kesinlikle yasak olduğu artık dünyanın bütün sosyal ve demokratik hukuk devletlerinde uygulanan beynelmilel bir hukuk esâsı idi. Mahkeme başkanı; “Yaz kızım“ dedi.
– Dosya incelendi. Sanığa tevsi-i tahkikat (tahkikatın genişletilmesi) taleplerinin olup olmadığı soruldu. Sanık talebim yoktur, dedi. Cumhuriyet savcısına soruldu. Tevsii tahkikat talebimiz yoktur. Esas hakkında mütalâa için dosya tarafımızı tevdi edilsin dedi. Dosya esas hakkındaki mütalâa için Cumhuriyet savcısına tevdi edildi. Cumhuriyet savcısı; esas hakkındaki mütalaasında,
– Sanığın maktul ile birlikte gece vakti sarhoş halde evlerine dönerken bilinmeyen bir sebeple aralarında tartışma çıktığı, sanığın maktulü ittiği, maktulün sarhoşluğun da tesiri ile yere düştüğü, kafasını kaldırım köşesine çarptığı, kafa kırığı ve beyin kanaması sonucu öldüğü anlaşıldığından 765 sayılı Türk Ceza Kanunu 448. Maddesi gereğince müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmesi talep ve mütalaa olunur dedi.
Heyet müzâkereye çekildi. Müzâkereler Başkan beyin odasında yapılıyordu. Bazen de duruşma salonu boşaltılıyor, kürsüde müzâkere yapılıyordu. Müzâkereler bir çay molası fırsatı da veriyordu. Müzâkerede Başkan önce kıdemsiz hâkime söz veriyordu. Bu muhâkeme kuralı, kıdemsiz Hâkim, kıdemli Hâkimin tesirinde kalmasın diye idi. Kıdemsiz Hâkim, hâkim beydi; Başkan Bey;
– Evet sayın hâkim beyim ne diyorsun.
– Bence sanığın olayda öldürme kastı bulunmamaktadır. İtme fiili ile, iradesinin idaresinde olmayan, neticesi tahmin edilemeyen bir şekilde maktul düşmüş ve kafasını çarparak kastı aşan ölüm olayı meydana gelmiştir. Kanunun 451. maddesine göre on yıl ceza verilmesi gerekir. Altıda bir takdir hakkı da kullanılmalıdır.
Hâkim beyin bu görüşüne kıdemli üye de katıldı. Duruşmaya geçildi. Başkan bey; “Yaz kızım” dedi.
– Dosya incelendi. Sanıktan son sözü soruldu. “Bir diyeceğim yoktur takdir mahkemenindir” dedi. Duruşmaya son verildi.
Gereği Düşünüldü;
Sanığın kardeşini öldürdüğü ancak ölümün failin idaresinden hariç ve gayri melhuz (ihtimal dahilinde düşünülemeyen) esbabın inzimamı (sebeplerin birleşmesi) yüzünden vukua gelmiş olması sebebiyle 765 sayılı Türk Ceza Kanunu 451. Maddesi gereğince 10 yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına,
61. madde gereğince takdir-i tahfif sebebi tatbik edilerek cezanın altıda bir indirilerek netice itibariyle 8 yıl 4 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına oy birliğiyle karar verildi.
Olayın mağdur annesi, yavaş hareketlerle yerinden doğruldu. Jandarmalar arasında salondan çıkarılmaya çalışılan oğlundan gözünü ayırmadan kapıya yöneldi. Sevinmeli miydi? Üzülmeli miydi? Karar veremeyen bir hali vardı. Müebbet hapis isteniyordu. Müebbet verilmemesine sevinmedi. Sadece yüreğindeki Himalaya dağları kadar büyük üzüntüsünü biraz hafifletti. Hayat arkadaşını daha önce hastalığı nedeniyle kaybetmişti. Kendisine verdiği iki oğluna sarılmış, hayata tutunmuştu. Şimdi ise dayandığı iki daldan biri kopup toprağa, diğeri ise mahpus damına düşmüştü. Şimdi neye sarılıp nasıl dayanacaktı? İnsan zayıf yaratılmış, ancak çaresizliğinde Allah O’na çok büyük bir güç veriyordu.
İnfaz kanununa göre oğlunun sadece iki yıl altı ay yatıp çıkacağını henüz bilmiyordu.
Duruşma salonu boşalmış, sessizliğe bürünmüş, yeni gam, keder, hüzün, acı, elem, ızdırap, sıkıntı ve benzeri kelimeler ile yoğrulmuş olaylara şahitlik etmeye hazırlanan bir kasvet mekanı hâlini almıştı.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.