
Rollerin karıştığı bir devirde, en ağır yük kendi yuvasında yabancıya dönüşmektir.
Bir zamanlar Atlar ülkesinde değişik bir asır yaşanmış; geçmişin aksine eski ölçüler tutmaz olmuş. Vaktiyle sürüde herkes kendi rolünü bilir: at atlığını, tay taylığını yaşardı. Fakat gün gelmiş, görünmez bir el sahnenin iplerini karıştırmış. Artık nizam darmadağın: atlar kimi vakit taylara özeniyor, taylar gibi çocuksu hareketler yapıyorlardı. Hele taylar… Tayların kafası iyice karışmıştı; kendilerine bir rol arıyorlar da bulamıyorlardı. Kimisi hâlâ bebek gibi ürkek; kimisi ise yorgun bir savaşçı atın yükünü sırtlamış gibi kalkışıyordu. Ve böylece göğün altında roller birbirine karışmıştı.
Tecrübeli atların tayların oynak adımlarına özenmesi, özgürlük yahut tazelik diye süslenirdi. Oysa yaşını almış bir at ne kadar gizlemeye çalışsa da, tecrübesini yitirdiğinde yeniden taylaşır. Fakat bu taylık masumiyetin değil, ciddiyetsizliğin gölgesidir. Hele ki yorgun savaşçı atlar, orta yaşlıların bu maskaralıklarını görünce öfkeyle kişner; çünkü yılların vakarını toyca bir heves uğruna harcamanın sürünün nizamını bozacağına inanıyorlardı. Bu karışıklık yalnız yaşla sınırlı değildi; kimi yerde kısraklar aygırın koşusuna, aygırlar da kısrağın inceliğine özeniyordu. Böylece ahırda bile roller birbirine girmişti.
Tayların hâli de başka bir çelişkiydi. Bazıları, görmedikleri yolları koşmaya kalkıyordu: yol çamurlu mu, karlı mı, çukurlu mu bilmeden hevesle atılıyorlardı. Kimileri yuvasından hiç çıkmıyor, kendi dar alanında oyalanıyordu. Kimileri ise öyle ileri gidiyordu ki önlerindeki büyük atlara kafa tutuyor, hatta yorgun savaşçıları bile dinlemiyorlardı. Tayların kafa karışıklığı öyleydi ki, bazıları tabiatlarında olmayan renklere bürünmeye kalkışıyor, boyadıkları renklerin altında kimlik bulacaklarını sanıyorlardı. Oysa bütün bu rol arayışları, hakikatten mahrum bir piyesin sahte alkışlarında eriyip gidiyordu.
Bu tersyüz olmuş devirde en çok kaybolan şey güven ve hürmetti. Zira büyük atlardan beklenen vakar gökten inmiyor, taylardan beklenen saf öğrenme hevesi toprağa kök salmıyordu. Böylece sürünün iç sesi, ölçüsüzlükle çevrili bir sessizliğe bürünüyordu. At, en yakınına baktığında ciddiyet göremiyor; tay, büyüğüne yöneldiğinde vakar bulamıyordu. Ve nihayet, en uzağa seslenenin duyduğu tek şey, kendi kişnemesinin vadilerde çınlayan yankısı oluyordu.
Yetişen bir tay için en ağır yüklerden biri, gece girdiği ahırda yanlış role şahit olmaktı. Çünkü rollerin karıştığı bir ahırda, güvenle yaslanılan duvarlardan bile şüphe duyulurdu. Hele ki büyüklere yakışmayan özentilikler panayır meydanlarının dar pencerelerinden sergilendiğinde, genç tayların gönlündeki hürmet kökünden sarsılırdı. Ve bir tay, “bu benim büyüğüm” diye göstermek istediği atı kendi yemliğinde tanıyamaz hâle gelirdi.
Panayır meydanlarında sergilenen asılsız maharetler, kimi zaman hürriyet yahut tazelik kisvesiyle süslenirdi. Oysa hakikatte bunlar, yalnızca cilalı adımlardan ve boş kişnemelerden ibaretti. Zira perde arkasında mesut ve parlak tablolar pek nadir bulunurdu. Böylesi bir ortamda dost görünen atlar dahi birbirini nalına bakarak ölçüyordu; hâlbuki insanlar ülkesinde ‘dost başa, düşman ayağa’ denirdi. Bir vakitler vakarına güvenilen atlar, ‘özgür ruh’ edasıyla sürüden ayrılıp hoyratça koşturdukça, ahırın ciddiyeti gölgelere karışırdı. Ve böyle bir manzaraya şahit olan genç bir tay için, en yakını artık kendi yuvasında bile yabancı görünürdü.
Böyle bir ortamda, dışarıda kazanılan itibar da gölgelenirdi. Kimi taylar tozlu yarış meydanlarında güven kazanır, öne çıkar, alkış bulutlarının altında boğulurdu. Fakat aynı tay, gece yuvasına dönüp emeğinin karşılığını bulamayınca, dışarıdaki alkışlar ufuklarda kaybolan bir yankıdan ibaret kalırdı. Çünkü karanlık bir ahırda duyulmayan sesin, uçsuz meydanlarda göklere çıkarılması, tezatın ateşini daha da körüklüyordu.
Bu tabloda bir tayı yıpratan şey ne öfke ne de kırgınlıktı; asıl yıpratan çaresizlikti. En yakınına seslenip de karşılık bulamayan tay, nefesi ahırın duvarlarına çarpıp yankılanınca içine kapanırdı. Konuştukça anlaşılmadığını görür; suskunluğu derinleştikçe kendi yuvasında yabancılaşırdı. Çünkü biliyordu ki alınan her nefes ters tepecekti. Ve nihayet, uçsuz meydanlarda sözü dinlenen tay, kendi ahırında sükûtun mahkûmu olurdu.
_______
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Harika bir yazı olmuş, kaleminize sağlık. Taylara da (!), atlara da (!) ibret olması dileğiyle…
Teşekkür ederim efendim.
Fevkalade bir yazı kaleme almışsınız, devamını bekliyoruz.