Pakistan’a ilk gidişimizi hayal meyal hatırlıyorum. Peşaver şehrindeydik. Güneş tepeden kırbaçlıyordu. Hararetten yere yığılacak gibi olduğumda zemin haşin bir sesle “Yok! Hiç sırası değil” diye beni kucaklamayı reddediyordu. İşte o anlarda zihnimi Himalaya Dağları’ndan esen rüzgar misali serinleten, gözlerimin iliştiği İslam Harfleri ile yazılmış tabelalar olmuştu. Daha evvel hiç görmediğim bazı harfler dikkatimi çekmişti.
Sokaktaki seyyar satıcının “Şeker pancarı! Isırın! Kemirin! Bir damla içinize girsin! Kendinize gelmezseniz ücret ödemeyin!” deyişini veya yanından geçtiğimiz dükkandaki kaset çalardan yükselen yanık sesli bir nağmenin “Dün mehtaplı bir geceydi. Gökyüzüne bakınca yıldızlar arasında senin ay yüzünü gördüm,” dediğini anladığımı hatırlıyorum.
Ruhumu okşayan farklı bir yanı olmuştur Urducanın! Kelimelerindeki zenginlik, mânânın en ücrâ kıvrımlarına kement atan beyitler ve hayalin dahi kanat çırpamadığı uzak marifetlere işaretler gönderen cümleler…
* * * *
İslam medeniyetinin en büyük lisanları Arapça, Farsça, Türkçe ve Hintçe’dir. Urduca bu dört lisanın omuz omuza verip ortaklaşa inşa ettikleri lisana verilen addır. “Urduca” kelimesi efsânevî ve şairâne bir kökene sahip:
Türklerin tarih boyunca yer yüzünde inşa ettikleri en muhteşem imparatorluklardan biri Babür İmparatorluğu’dur. Vaktiyle ilim ve irfan merkezi olmuş bu imparatorluğa dünyanın dört bir yanından kalem, sanat, fikir ve marifet erbâbı akın etmiş. Farklı coğrafyalardan, değişik kültür iklimlerinden ve birbirinden farklı lisanlar konuşan ilim ve irfan ehlinin buluşma noktası olmuş.
Bu kültür ve lisan çeşitliliği ister istemez imparatorluğun askeri sınıfında da arz-ı endam etmiş: Karargâhta, ordugâhta, kışlada, nizâmiyede, bahriyede ve erkân-ı harpte istifâde edilen lisan öyle bir ma’mûr, rakik, dakik, muntazam, mutantan, mufahhar, muzaffer ve dahî öylesine rânâ, dilrûba müşfik, âşıkâne, şâirâne, edîbâne… bir hâl almış ki, bu lisana “yüceltilmiş ordunun lisanı” mânâsında “zabân-e urdû-e mu’allâ” adını vermişler.
Zeban Farsça, ordu Türkçe, mualla ise Arapça kökenlidir.
Özünde Hintçe’dir, Urduca denilen lisan. Ancak harcına karılan Arapça, Farsça, Türkçe ve diğer lisanlardan iksirlerle mazbut, müstahkem, müzeyyen ve muazzam bir kıvama yükseltilmiş.
Medeniyetimiz Himalayalar ise, Urduca o dağlar silsilesinin semaya yükselen en yüksek kulelerinden biridir. Babür Şah’ın dünyaya armağan ettiği muhteşem bir kültür mirasıdır Urduca.
Haddizatında Hintçenin tekâmül çizgisinin tabi seyir ile ulaştığı en yüksek merhaledir.
Ta ki İngilizler gelene kadar…
* * * *
İngilizler sadece Maha Baharat (Büyük Hindistan) topraklarını paramparça etmemişler. İnanç, kültür ve lisan planında da dünyanın en büyük Müslüman devleti unvanını haysiyetle taşıyacak o toprakları paramparça etmişler.
Hindulara “Sizin kökleriniz İslam öncesine dayanıyor. Sökün atın lisanınızdan Farsça, Arapça ve Türkçe kökenli kelimeleri. Kendi “ulusal” kimliğinizi inşa ederken dili saflaştırmayı ve “Öz Hintçe” kullanmayı ihmal etmeyin…” tarzında bilindik tavsiyelerde bulunmuşlar.
İslamiyetten tiksinen Hindistan’daki kadrolar bir takım harf ve lisan inkılaplarına (devrim) girişmişler. Asırlarca o topraklara ruh veren Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerin yerine kendi “ulusal” lisanlarına ait olduğunu iddia ettikleri kelimeler sokuşturmuşlar o muhteşem lisana.
O kadar iğreti, zoraki ve uydurma ki Müslümanlardan haz etmeyen fanatik Hinduların çoğu dahi anlamıyor bu (gûyâ) kadim kelimeleri.
Hindistan parçalanırken zorla göç ettirilen sadece aç biilaç Müslümanlar olmamış. Kerpetenle sökülmüş asırlar boyu kullanılan mukaddes kelimeler. Kadim Sanskrit metinlerden mânâsını kimsenin bilmediği kelimeler bulunup kullanılmaya başlanmış.
Halbuki bugün hitabeti kuvvetli ve ilim/kültür seviyesi yüksek bir milletvekili, “Hindistan” meclis kürsüsünde İngilizce kelimeler veya Hindularca zerk edilmiş kelimeler kullanmadan konuşuyorsa aslında Urduca konuşuyor demektir. Zira İngilizlerden önceki kendi vatanının mualla ordusunda kullanılan lisanı konuşmaktadır. Ne de olsa yüceltilmiş ordunun lisanı: Zabân-e urdû-e mu’allâ’dır Urduca…
* * * *
Bilindiği gibi Urduca bugünkü nevcivan Pakistan devletinin resmi lisanı. 1947 yılından evvel Pakistan diye bir devlet yoktu yeryüzünde.
Pakistan temiz anlamında “Pak” ve yurt/diyâr mânâsında “âsitan” köklerinden müteşekkil bir kelime.
Nehrû ve arkadaşları saf Müslümanları kandırmak için Hindu’lardan, putperestlerden… yani kâfirlerden arındırılmış, temiz ve “pak” bir devlet kuracaklarını söylüyorlarmış o günlerde. Yüzbinlerce insan “mübâdele” ile cebren göç ettirilmiş. (“Mason’dur,” diyorlar Nehru için… Doğru olup olmadığı araştırılabilir.)
Pakistanlı kardeşlerimizin lezzetiyle bîtap düşüren o güzel lisana İngilizce kelimeler karıştırmış bulunduklarını esefle müşahede ediyoruz. Bunun sebebi İngiltere’de tahsil gören zevatın gafleti ve bitmek tükenmek bilmeyen emperyalist emellerdir.
* * * *
Gazneli Mahmut 17 sefer düzenlemişti Hindistan’a. Timur Han’ın torunlarından Andicanlı Babür Şah Türk Devleti hâline getirmişti o diyarları. Kültürleri, halkları, ulemayı ve lisanları bir araya getirmişti kurduğu İmparatorluk.
Medeniyetimizin semâsında birer yıldız misâli parlayan nice mümtâz şahsiyet yetişti bu dört lisanın buluştuğu diyarlarda. Sayısız eserler verildi.
Koskoca medeniyetin en büyük lisanları bir araya gelecekler, omuz omuza verecekler ve ortak bir lisan inşa edecekler. Sonra da bu lisan “muallâ” olmayacak! Hangi akl-ı selim sahibi, bu hakikatten bîhaber olanların fikir ve irfan planında medeniyet nâmına söz sarf edebileceklerini kabul edebilir?
* * * *
Bütün çarpıtılmış demografik rakamları doğru Kabul edip “resmi” rakamları nazar-ı dikkate alsak dahi 500 milyon Müslümanın ana lisanı Hintçe (veya Urduca). Ezberlerimizi güncellememizde fayda var. Bize giydirilen gözlükleri kıralım artık.
“İslamiyet gitmeseydi, Büyük Hindistan coğrafyanın hâli nice olurdu” suali karşısında o coğrafyayı yakından bilenlerin tüyleri kaos içinde diken diken olmaktadır.
* * * *
Bir gün Hindistan’da aklı başında, iman ve insaf sahibi bir iktidar iş başına gelirse ilk icraat olarak Hintçe’yi “uydurukça” garabetinden kurtarıp “yüceltilmiş ordu” lisanını tekrar hükümferma kılacaktır.
Temenni, gayret ve duamız bu istikamettedir.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.