HatıraHikayeToplum

Allah Her İkisinin De Belasını Versin

Hâkim bey boşanma duruşmasındaydı. Taraflar yerini aldı. Dosyanın kapağını açıp notlarına baktığında tanıkların dinlendiğini, delillerin toplandığını, karar aşamasına gelindiğini gördü.

Bu duruşmanın amacı; tarafların dokuz yaşındaki müşterek çocuklarının velayeti konusunu karara bağlamaktı. Yargıtay kararlarına ve mahkeme teamülüne göre çocuk eğer yedi yaşından küçükse ve annenin velayete engel bir durumu yoksa, örneğin kısıtlı değil ise, vesayet altına alınmamışsa yani akıl hastalığı durumu yoksa, başka bir şeye bakılmaksızın velayet anneye verilir. Ancak çocuk yedi yaşını geçmiş ise o zaman Hâkim çocuğu mahkemeye çağırıp anneyi mi babayı mı istediğini sormak zorundaydı. Çocuk kimi tercih ederse Hâkim velayetin ona verilmesine karar verirdi.

Çocuk geldi. İfade kürsüsüne geçti. Güzel, sevimli, uzun saçlı, çok beyaz tenli, yaşından biraz büyük gösteren bir kız çocuğu idi. Hâkim bey İçinden “bu çocuğa sahip olmuş, bu yaşa getirmiş bir anne baba neden boşanır? Ben olsam her şeye katlanır, kan kusar kızılcık şerbeti içtim der, bu çocuğu annesiz babasız bırakmazdım. Gerçi boşanmakla çocuk annesiz babasız kalmazdı, ancak tecrübelerine dayanarak biliyordu ki, boşanma kararından sonra çocukların birçoğu annesiz babasız kalmaktan daha beter duruma düşüyorlardı.

O güne kadar binlerce boşanma davasına bakan Hâkim bey tecrübesiyle bu boşanma davalarının yüzde sekseninin boşanma sebebi olamayacak, her evlilikte olabilecek eften püften, fındık kabuğunu doldurmayacak bir meseleden çıkan, her iki tarafın inadıyla beslenen olaylardan kaynaklandığına şahit olmuştu. Ona göre sadakatsizlik ve cana kasttan başka çözülemeyecek, boşanma sebebi olabilecek herhangi bir durum olamazdı. Hele ortada sabî, günahsız çocuklar da var iken hiç olamazdı. Ama bencillik, sadece kendi rahatını düşünme, “bu hayat benim, istediğim gibi yaşarım, eşim bile bana müdahale edemez, hele anne babası hiç müdahale edemez” üzerine kurulu bir hayat felsefesi aile müessesesini perişan ediyordu.

Aklına, duyduğu gerçek bir olay geldi. Adam bir gün, çok sevdiği, ermiş olduğuna inandığı bir dostunun yanına gider. Hanımından uzun uzun şikâyet eder, artık dayanamadığını, boşanacağını söyler. Dostu tefekküre dalar gibi yapar; “Allah hayra çıkarsın. Bir dalgınlık geldi bana. Gördüğüm kadarıyla, senin ömrün çok kısa bir zaman içinde bitiyor. Öleceksin haberin olsun!” der. Adam “Ciddi mi söylüyorsun abi?” der. “Evet, öyle geldi bana. Tabii ki, Allah bilir. Şu anda bana gelen bu dalgınlık hâlinde, şöyle bir düşündüm, ‘Bunun hâli ne olacak?’ diye, senin muhakkak öleceğini anladım” der. Tabii ki herkes ölecek, bunda şüphe mi var? Dostu, Onu korkutmak için böyle söyler. İyi geçinsinler, yuvaları yıkılmasın diye. Adam; “Abi, demek yakında öleceğim ha? Eyvah öleceğim!” diyerek, vedalaşıp ayrılır. Hemen evine gider. “Hanım! Ben herkese hakkımı helâl ettim. Siz de bana haklarınızı helâl edin” der ve gusl abdesti alıp namaz kılmaya, dua etmeye, Kur’an-ı kerîm okumaya, istiğfar etmeye başlar. Kimsenin işine karışmayan, kalb kırmayan, bağırıp çağırmayan yumuşacık melek gibi bir adam oluverir. Bir ay kadar sonra tekrar dostuna gider. Dostu;

– Hoş geldin.

– Hoş bulduk abi. Bir ay oldu ama ben daha ölmedim.

– Ölecek miydin?

– Öyle söylemiştiniz.

– Evde vaziyet nasıl?

– Abi onu sorma. Hanım diyor ki, şimdi de çok fazla iyi huylu oldun.

– Şimdi evde bir huzursuzluk yok değil mi?

– Yok. Çok iyiyiz, mutluyuz.

Adamın evliliği düzelir. Çok güzel geçinmeye başlar ve çocukları da olur. Demek ki geçimsizlikleri boşanma sebebi olmayan eften püften şeylermiş. İşin sırrı yarın ölecekmiş, bugün son günmüş gibi davranmaktaymış. Birisi tartışma başlatınca diğeri sussa veya alttan alsa ve karşıdakinin hoşuna gidebilecek bir şey söylese, güler yüz gösterse, hep güler yüzlü olsa, sinirlerine hâkim olabilse, gönül kırmamaya, müsamahalı, saygılı, kibar, zarif olabilse mesele büyümeyecek, aile de huzurlu olacak.

Gönül ehli insanlar diyor ki; İnsanlar, birbirlerini sevdikçe, muhabbet ettikçe mânen birbirlerine yaklaşırlar, aralarında mesafe kalmaz olur. O zaman hiç konuşmasalar bile birbirlerini anlamaya başlarlar. Sevgilileri görüyoruz… Bir parkta, bahçede, deniz kenarında bir bankta otururlar, birbirlerinin gözünün içine bakarlar, hiç konuşmazlar. Aslında birbirlerine her şeyi anlatırlar. Zamanın nasıl geçtiğini bilmezler. Muhabbet ve sevgi azaldıkça insanlar mânen birbirlerinden uzaklaşırlar. Seslerini birbirlerine duyurmak için bağırırlar, bağırdıkça sesleri itici ve kırıcı hâl aldıkça daha da birbirlerinden uzaklaşırlar. Uzaklaştıkça da bağırırlar. Artık sesleri evin içini doldurur, dışarıya taşar, komşuları rahatsız eder. Ne oluyor diye komşular polise haber verir. Polis onları alır karakola götürür. İkinci merhale Hâkim beyin huzurudur.

Nihayet Hâkim bey de daldığı bu düşüncelerinden uyandı. Karşısında ifade kürsüsünde duran günahsız, boynu bükük, hüznü yüzünden, gözlerinden akan çocuğa sordu. “Seni annene mi babana mı vermemi istersin?” dedi. Çocuk bir güvercin ürkekliği ile önce annesine sonra babasına baktı. Bakışlarında kararlılık vardı, öfke vardı, intikâm duygusu vardı, “siz ne biçim anne babasınız” sorusu vardı. Hâkim beye döndü; Hiç beklemediği cevabını verdi,

-Allah her ikisinin de belasını versin. Ben hiç birisini de istemiyorum.

Anne baba bu cevap karşısında önce şaşırdılar, ne diyeceklerini bilemediler. Sanki küçüldüler, birbirlerine karşı hep dik duruşları kayboldu, büzüştüler.

Şimdi hâkim beyin bir karar vermesi gerekiyordu. Hâkimliğin en zor noktası burasıydı. Nasıl bir karar verecekti. Çocuğu hangisine verecekti, annesine mi babasına mı? Aslında bu yaştaki bir çocuğun kadınlık hallerine de yaklaşıyor olması nedeniyle mutlaka anneye ihtiyacı vardı. Fakat çocuk bir öfke patlaması sonucu çok sevdiği annesine de babasına da gitmek istemiyordu. Hâkim beyin beyninde bir karar oluştu. Kâtibe yaz dedi. – Gereği düşünüldü:

“Çocuk Koruma kanunu gereğince Çocuğun bir ay süreyle çocuk esirgeme kurumunda geçici koruma ve gözetim altına alınmasına, kişisel ilişki konusunda anne, baba ve çocuğa kişisel ilişki konusunda eğitim ve danışmanlık hizmeti verilmesine, Bir aylık süre sonunda çocuğun durumu ve velayet ile ilgili mahkememize inceleme raporu sunulmasının istenmesine, velayet durumunun bu rapordan sonra düşünülmesine karar verildi.”

Bu karardan amacı şuydu. Hem anne ve babaya, onları evlatlarından ayırmak, hem de çocuğu anne babadan bir müddet ayrı bırakmak suretiyle bir ders vermekti. Her ne kadar Çocuk Koruma kanununda Aile Mahkemesinin karar verme yetkisi yok ise de 6284 sayılı Ailenin korunması ve Kadına karşı Şiddetin önlenmesine dair Kanunda bu tedbirler konusunda Çocuk Koruma kanununa atıf vardı.

Bir ay geçmeden rapor geldi. Anne baba kuruma çağrılıp kurumun psikolog ve sosyal hizmet uzmanı tarafından beyanları alınmış, “çocuğu mahkemeye çıkarmakla hata ettiklerini, aslında velayet konusunda kendi aralarında anlaştıklarını, çocuğun velayetinin anneye verilmesinin uygun olacağını belirtmişlerdi. Çocuk da kurumdaki şartları ve disiplini yaşayınca evini özlemeye başlamış ancak inadından vazgeçmemiş, kurum psikoloğuna; “Eğer annem ve babam boşanmadan vazgeçer ve bir araya gelirlerse ben onlarla birlikte eve dönerim. Aksi halde ben kurumda kalmak istiyorum, onlarla da görüşmek istemiyorum” diye söylemiş. Raporun sonuç kısmında “çocuğun yüksek yararı yönünden şimdilik kurumda kalmasının, anne ve babası ile görüşmek istediği takdirde görüştürülmesinin, mahkemece bir ay daha geçici süreyle kurumda kalmasına karar verilmesinin uygun olacağı, takdir yetkisinin mahkemeye ait olduğu arz ve mütalaa olunur.” diye yazıyordu.

*******

Duruşma başladı. Taraflar gelmişti. Hâkim bey, gelen raporu okudu. Önce davacı babaya söz verdi.

-Kızımız, bizim boşanma davasından vazgeçip bir araya gelmedikçe bizimle görüşmek istememesi üzerine benim boşanma sebeplerimin kızımdan önemli olmadığını düşündüm. O’nu çok özledim. Bu nedenle davamdan vazgeçiyorum.

Hâkim bey bir önceki celse verdiği kararın beklentisinin de üstünde bir netice verdiğini düşündü ve içinden sevindi. Davalı anneye döndü.

-Vazgeçmeye bir diyeceğiniz var mı?

-Benim vazgeçmeye bir diyeceğim yoktur. Bence de aramızda kızımdan daha önemli bir boşanma sebebi yoktur.

Hâkim bey; kâtibe “yaz” dedi.

-Gereği düşünüldü

– Müşterek çocuğun geçici olarak kuruma bırakılmasına dair kararın kaldırılmasına, Çocuğun Anna babaya teslim edilmesi için kuruma müzekkere yazılmasına

– Davanın vazgeçme nedeniyle reddine karar verildi.

Böylece bir dosya daha güzel bir neticeyle kapanmış oluyordu.

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Emin ARICI

Öğretmen, Hakim, Avukat, İlahiyatçı, Mütekaid

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu