HatıraHikaye

Baba Hâkim

Anne yaşlanmış, zorlukla adımlarını atar hale gelmişti. Gözleri de iyi görmüyordu. Kocasını kaybetmiş, yalnız yaşıyordu. İki kızı vardı. İkisi de evlenmiş, yeni ev edinmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı. Anne, o zamanlar kendi kendini idare ediyor, işlerini görüyor, yemeğini yapabiliyor, misafir ağırlayabiliyordu. O zamanlar kızları, kocaları ve çocukları ile beraber sık sık gelir, yer, içer, eğlenir, gecenin geç vakitlerinde evlerine dönerlerdi. Anne yine yalnızlığa gömülürdü. Ancak torunlarının hasretini giderdiği için memnun, mesrur bir şekilde yatağına uzanır, onların hayalleri ile uykuya dalardı.

Şimdi ise kendisini idare edemiyordu. Bakıma ihtiyacı vardı. Kızları bir araya gelip durumu etraflıca konuştular. Büyük kız ev hanımı idi. Çalışmıyordu. Kocasının iyi bir işi vardı. Geçim sıkıntıları yoktu. Diğerinin ise kocası vefat etmiş, kendisi ile bir oğlu geride bırakılmıştı. Oğlu üniversite öğrencisiydi. Kendisi de çalışıyordu. Çocuğunu okutmak için çalışmak zorundaydı.  Bu duruma göre anneye bakması imkânsızdı. Önlerinde iki yol vardı. Ya abla, annesini yanına alıp bakacaktı, diğer kız da maddi destek verecekti veya huzurevine yerleştirilecekti. Anne huzurevine râzı olmuyordu. “Bana biriniz bakın” demeyi de gururuna yediremiyordu. “Huzurevinde kalacağıma kendi evimde ölürüm daha iyi” diye diretiyordu. Geriye tek çare kalıyordu. Büyük kızının evine yerleşmek. Sonunda büyük kızı bu çareyi kabul etti. Anneyi evine aldı. Kısa sürede kendisini annesine vasi tayin ettirdi. Artık annesinin kocasından kalan aylığını alıyor, dilediği gibi harcayabiliyordu. Bakım ücreti de alıyordu.

Anne huzurevine gitmekten kurtulduğu için gayet memnundu. Küçük kızı da ablasının kendisine tayin ettiği gibi haftada bir gelip annesini ziyaret ediyor, elini öpüyor, hasret gideriyordu. Aslında haftada bir ziyaret annesine olan hasretini gidermiyordu. Ama ne var ki abla anlaşılmaz bir şekilde haftada bir ziyarete müsaade ediyordu. O da buna razı olarak hasretini bir hafta boyunca içine hapsediyordu.

Yine bir gün annesini ziyarete geldiğinde kendisine kapı açılmadı. Uzun uzun iki üç defa kapıyı çaldı ancak açan olmadı. Kendisine haber vermeden yatalak anneyle nereye gitmiş olabilirlerdi. Kapıda bunları düşünürken abla pencereden seslendi.

– Hayırdır neye geldin?

Küçük kız kardeş bu soruya çok şaşırdı;

– Abla bugün anneyi ziyaret günüm.

– Anne, ziyaret günü mü aklına geliyor! Diğer günler senin annen değil mi? Anneni çok özlüyorsan al yanına götür.

– Abla sana ne oldu böyle! Bunları daha önce konuşmuştuk. Neden böyle yapıyorsun? Sadece annemi ziyaret edip çıkacağım, sana bir eziyet vermem. Annem de beni özlüyor sen de biliyorsun.

Daha çok dil döktü, yalvardı ancak abla inadından dönmedi.

– O önceydi. Şimdi böyle.

Abla pencere kanadını kırılırcasına çarpıp aynı hiddetle perdeyi de çekti.

Küçük kardeş, çaresiz gerisin geri döndü. Önce annesini yanına almayı düşündü. Ancak şimdilik buna imkân ve ihtimal göremedi. Peki ne yapmalıydı? Annesi her gidişinde ” Kızım seni çok özlüyorum. Daha sık gelemez misin?” diye soruyordu. Annesini, “anne biliyorsun ben çalışıyorum, ancak haftada bir gün gelebiliyorum” diye teselli ediyordu. Tabii ki ablasının müsaade etmediğini söyleyemiyordu. Annesinin, bugün kendisinin yolunu gözlediğinden, hasretle beklediğinden emindi. Göğsüne bir darlık geldi. Buna bir çare bulmalıydı ama nasıl? Aklına adliyeye gidip bir Hâkime sormak geldi. Saatine baktı. Daha mesainin bitmesine epeyce vakit vardı. Eve gitmeden en yakın adliyenin yolunu tuttu.

Adliye kapısına geldiğinde içeri girmek için sıraya giren insanları gördü. Kuyruk oldukça uzundu. Bunu hiç beklemiyordu. Herkes birbiriyle davalık mıydı? Bu kalabalıkta Hâkimle nasıl görüşecekti. Bu düşünceler zihninde kayıp giderken sıra kendisine gelmişti. Güvenlik görevlisi sürekli, “çantanızı, üzerinizdeki metal eşyaları, kemerinizi, telefonunuzu, saatinizi, plastik kutunun içine koyun, X-ray cihazının bandına yerleştirin” ikazı yapıyordu. Buna rağmen bazıları geçerken X-ray cihazı ötüyordu. “Üzerinde metal var mı? Dişlerin, dizlerin protez mi?” sorusuyla karşılaşıyor, olumlu cevap alınca “sen şöyle gel” diyerek elindeki cihazla vücudu tarayıp protez olan yerlerden başka cihaz ötmezse içeri alıyordu. Aksi halde ” Sen geri dön, üstünü iyice kontrol et, öyle gel” diyorlardı. Neyse ki kendisine tutulan cihaz ötmemişti. Güvenlik görevlilerini kolay geçmişti. İkinci sırada polisler vardı. Onlar ise sadece gelenleri gözlemliyorlardı. Bir polisle göz göze geldi. Polis hoş geldin anlamında tebessüm etti veya o öyle anladı. Bundan cesaret alarak “Ben bir Hâkimle görüşmek istiyorum, bir şey soracağım, bana yardımcı olur musun?” diye sordu. Polis, “Hâkimler öyle her gelenle görüşmezler, yoksa dosyalarını okumaya fırsat bulamazlar” dedi. Bu cümle annesiyle görüşme hayalini yıkmıştı. Hüznü yüzünden belli olmuştu ki polis memuru, “ama seni bir Hâkime göndereceğim, o kimseyi reddetmez, ‘Baba Hâkim’ derler, beşinci kat 525 numaralı oda” dedi.  Çok sevindi. Polise teşekkür ederek, gösterdiği asansöre doğru yöneldi. Asansörde de kuyruk vardı. Neyse ki üçüncü seferde kendisine sıra geldi. Asansör yirmiye yakın kişi alıyordu. Kalabalığa bir daha şaşırdı. Beşinci katta indikten sonra sonu görünmeyen uzun koridora yöneldi. Hiç böyle uzun koridor görmemişti. Koridordan kapıların üzerindeki rakamları takip ederek çabucak numarayı buldu. İçinden “inşallah Hâkim yerindedir” diye geçirdi, bu kadar emeğinin boşa gitmesine gönlü razı olmadı. Kapının üstünde Hâkimin ismi yazılıydı. Heyecanla kapıyı üç defa çaldı, biraz bekledikten sonra içerden ses gelmeyince yavaşça kapıyı açtı. Başını içeri uzattı. Tam karşıdaki masada, yüzü kapıya dönük bir adam oturmuştu. Önündeki dosyaya dalmıştı. Masasında üst üste yığılı dosyalar duruyordu. Kapının çalışını duymadığına kanaat getirdi. İçeri girdi. Kapıyı kapattı. Birkaç adım attıktan sonra bekledi. İlk defa bir Hâkimin huzuruna çıkıyordu. Ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bilemediği için öylece duruyordu. Kalp atışı hızlanmaya başlamıştı. Nihayet Hâkim başını dosyasından kaldırdı.

– Buyurun, bir şey mi diyecektiniz?

Bu ses kendisine bir rahatlık verdi. Heyecanı yatıştı. Kalp atışları normale döndü.

“Efendim müsaitseniz size bir şey soracağım” diyebildi. Hâkim, gülümsedi.

– Ama önce ben size bir soru sormak istiyorum. Siz dış kapıdan buraya gelinceye kadar en az yüz otuz Hâkim odasını geçtiniz, neden onlardan birine sormadınız da buraya kadar geldiniz?       

Kadın mahcup bir şekilde;

– Efendim ben kimseyi tanımıyorum. Kapıdaki polise “bir Hâkimle görüşmek istiyorum, bir şey soracağım, bana yardımcı olur musunuz?” dedim. Bana yardımcı olmasını istedim. Sizin isminizi ve oda numaranızı verdi.

– Derdiniz nedir?

– Efendim yaşlı bir annem var. Ablam ona bakıyor, ancak annemi ziyaret etmeme engel oluyor. Bu durumda ne yapabilirim?

Hâkim Beyin aklına hemen kısa bir yol geldi. Ailenin Korunması Kanunu’na göre Aile Mahkemesi’nden talepte bulunursa, Hâkim üç gün içinde talep konusunda karar vermek zorundaydı. Ancak bu konu kanun kapsamına girmez diye reddedebilirdi. Masrafsız olan bu yolu denemenin zararı yoktu. Eğer kendisine düşerse görev konusunu düşünmeden karar verirdi. Kadına kısa bir dilekçe yazdı.

–  Bunu kayıt bürosuna götür, kaydettir. Tekrar bana gel.

– Tamam efendim.

Kadın biraz sonra tekrar geldi. Hâkim Bey elindeki kayıt belgesine baktı. Talep başka bir Hâkime düşmüştü.

– Şimdi bunun neticesini bekleyelim. Üç gün içinde çıkar. Anneniz vesayet altında mı?

– O ne demek?

– Annenize bakmak için ablanız mahkemeden vasilik kararı aldı mı?

– Bilmiyorum.

Üç gün sonra gel, bu talebinin neticesi müspet çıkarsa mesele yok, ama menfi de çıkabilir. Onun için ablanızın ikamet ettiği yerin adliyesine, Sulh Hukuk Mahkemesi kalemine gidin. Annenizin vesayet dosyası olup olmadığının araştırılmasını isteyin. Varsa dosya numarasını alıp öyle gelin.

– Tamam efendim.

Hâkim Bey kadına, bir küçük kâğıda ” Sulh Hukuk Mahkemesinde Annesine ait vesayet dosyası var mı araştır” diye yazıp verdi. Kadın kâğıdı aldı ve teşekkür etti. Sevinçle odadan ayrılıp gitti.

Hâkim Bey, eğer netice menfi çıkarsa ne yapılabilir diye düşünmeye başladı. Bu düşünceyi hemen çözmesi lâzımdı. Aksi halde dosya incelemeye kendisini veremezdi. Yerinden kalktı. Bu arada biraz da dinlenirim diye düşündü. Çoğu zaman yaptığı gibi yine bir meslektaşını ziyaret edip çayını içmeye karar verdi. Böyle fırsatlar çıkmadığı müddetçe bu ziyaretleri yapma imkânı olmuyordu. Bilgisine, hâkimlik kabiliyetine güvendiği Hâkime Hanımın kapısını çaldı. Hâkime Hanım, başını dosyaların içine sokmuş, dünyadan habersiz çalışıyordu.

– Rahatsız etmiyorum inşallah.

– Ne demek Hâkim Bey, hoş geldiniz, iyi ki geldiniz, ben de bu vesileyle biraz dinlenme fırsatı bulurum.

– Hoş bulduk, teşekkür ederim.

Hâl hatır sorma faslından sonra Hâkim Bey konuya girdi. Hâkime Hanım;

– Anne vesayet altında mı?

– Onu bilmiyor.

– Bence eğer vesayet altında değilse hemen Sulh Hukuk Mahkemesi’ne müracaat ederek vesayet altına alınmasını, kendisinin de vasi atanmasını talep etsin. O zaman annesini yanına alır. Görüşememe meselesi de çözülmüş olur. Eğer vesayet dosyası varsa vesayet dosyasına müracaat ederek görüşme gün ve saatinin belirlenmesini talep edebilir. Hâkim, annesiyle kişisel ilişkisini düzenleyen bir karar verir. Bununla alâkalı bir yargıtay kararı hatırlıyorum.

Hâkime Hanım yanındaki komodinin alt rafından bir tomar kâğıt çıkardı. Fazla aramadan içinden bir kâğıt çekti, “hah şu” dedi. Okumaya başladı. Tam da konuya uygun bir karardı. Hâkim Beye bir fotokopisini çekip verdi.

***

Üç gün sonra kadın geldi. Aile Mahkemesi’nden çıkan netice menfi idi. Tahmin edildiği gibi Hâkim talebin kanun kapsamına giren işlerden olmadığına karar vermiş, ancak bu durumda nasıl hareket edeceğine dair bir açıklama da yapmamıştı. Hâkim Bey bu konuda farklı düşünüyordu. Vatandaş ihtilafının halli için geldiği son kapı Hâkim kapısıydı. Ondan öte bir kapı yoktu. Eğer Hâkim talebini reddedecekse, red gerekçesinde ihtilafın nerede ve nasıl ve ne şekilde çözülmesi gerektiğine de yer vermeli idi. O zaman red kararı bile işe yarardı. Vatandaş kararda gösterilen yolu takip eder, gittiği yerde de bu kararı gösterir, bu kararı gören makam da bu mahkeme kararından destek alarak gereğini yapar, vatandaşı başından savmazdı. Hâkim Bey kadına;

– Vesayet dosyasını araştırdın mı?

– Evet efendim, Sulh Hukuk Mahkemesi’nde vesayet dosyası varmış. Ablam da vasi tayin edilmiş. 

Hâkim Bey bilgisayarını açtı. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne hitaben kısa bir talep yazısı yazdı. Hâkime Hanımdan aldığı Yargıtay Kararı fotokopisini de ekledi. Kadına verdi.

– Şimdi o mahkemeye gideceksin, bu dilekçeyi mahkeme kalemine vereceksin. Mahkeme kısa süre içinde görüşmen için bir karar verir.

Kadın dilekçeyi aldı. Sevinci yüzünden okunuyordu.

– Tamam efendim. Çok zahmet verdim. Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.

– Bir şey değil, yardımcı olabildiysek ne âlâ, bize dua edin yeter. Bir aksilik olursa çekinmeden gelebilirsin.

Kadın gittikten sonra Hâkim Bey bir insana daha yardımcı olabilmenin huzuru ile doldu. Bir yerlerde okuduğu “Bir kimse dünya işleri ile ilgili olarak bir kuluna yardım ederse altmış yıl nâfile ibadet sevabı kazanır” cümlesi geldi.  Dosyalarını incelemeye devam etti.

***

Aradan bir hafta geçmeden kadın elinde bir hediye paketi ile kapıda belirdi. Hâkim Bey yer gösterdi. Oturmasına müsaade etti.

– Ne yaptınız, karar alabildiniz mi?

– Evet efendim, kararı aldım, bu hafta gidip annemi görebildim. Yardımınız için minnettarım, müteşekkirim. Mahkemeye giderken yazdığınız dilekçeyi mahkeme müdürüne verdim, durumu izah ettim.

Dilekçeyi okudu, ekli sayfaya da baktı. “Yargıtay kararı da eklemişsin. Sen burada otur, Hâkim Beyle görüşüp geleyim. Hâkim Bey onay verirse kararını hemen yazayım” dedi. Kalemde bir beyefendi de oturuyordu. Dilekçenin bir sureti de bendeydi. O beyefendi; “Ben avukatım, dilekçenizin ekindeki karardan bir fotokopi alabilir miyim?” dedi. Hemen aklıma “bu kâğıt her halde çok kıymetli bir şey, Hâkim Beyden aldığıma göre ondan izinsiz vermemem gerekir.” diye düşündüm. Avukata Hâkim Beyden izinsiz fotokopisini veremem” dedim.  “O zaman telefonumla bir fotoğrafını çekeyim” dedi. Bir şey diyemedim. Fotoğrafını çekti. “Acaba yanlış mı yaptım?” diye tedirgin oldum. Kendimi bunu size anlatmak mecburiyetinde hissettim.

-Hayır yanlış bir şey yapmamışsınız. Bir yargıtay kararıdır. Avukat ileride kendisine benzer bir olay gelirse kullanırım diye düşünmüştür. Yargıtay kararları herkese açıktır. Kanunların daha iyi anlaşılmasını sağlar. Kanunlardaki boşlukları doldurur. Fotoğrafını çekmesine izin vermekle iyi etmişsiniz.

 – Buna sevindim.

Kadın getirdiği paketi masanın üzerine koydu.

– Size bir gömlek ve kravat aldım, umarım beğenirsiniz.

– Hiç gerek yoktu. Zahmet etmişsiniz. Sadece kırılmayasınız diye hediyenizi kabul ediyorum.

Kadın teşekkür etti. Ayrılmak üzere ayağa kalktı. Hâkim Bey de onu yolcu etmek üzere ayağa kalktı. Kadın boynunu bükerek sanki yeni kavuştuğu babasından bir daha hiç görmemek üzere ayrılıyorum gibi bir duygu ile “Hâkim Bey size sarılabilir miyim?” dedi.

Hâkim Bey şaşırmakla birlikte kadını yadırgamadı. Anadolu insanının irfanı buydu. Kendisine küçücük bir iyiliği dokunana bile minnet, teşekkür ve saygısını gösterecek başka bir şey aklına gelmemişti. Gömlek kravat hediyesi belli ki kendisini tatmin etmemişti.

Kadının bu hareketi karşısında onu uğurlarken Hâkim Bey de duygulanmıştı.

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Emin ARICI

Öğretmen, Hakim, Avukat, İlahiyatçı, Mütekaid

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu