HatıraKitapTahlil

“Çocuğum Değişti Peki Ya Ben?” Kitap Raporu

Bilgisayarımdan eski çalışmalarıma bakarken birden bir dosya çarptı gözüme. “Çocuğum Değişti Peki Ya Ben? Kitap Raporu” isimli bir dosya. Evet, evet hatırladım. Bu dosya üniversite talebeliğim döneminde “Okullarda Rehberlik” dersine ait bir ödevimdi. Birden eskilere döndüm: Üniversitede geçirdiğim yıllar, fakülte bahçesindeki çimlerin üzerine uzanmalar, kaldığım öğrenci yurdundaki arkadaşlıklar ve muhabbetler, sabahlara kadar uyumadan çalıştığımız vizeler, yağmurda ıslana ıslana gelmek bilmeyen kampüs otobüsünü beklemeler, kantindeki kalitesiz karton bardaklardan içtiğimiz kahveler, istikbalimiz için kurduğumuz hayaller… Daha pek çok hatıra gözümün önünden geçti o an.

Hocamız bizlere final imtihanı yapmak yerine bize önerdiği “Çocuğum Değişti Peki Ya Ben?” ve “Çocuğumun Beyninde Neler Oluyor?” kitaplarından birini seçip okumamızı ardından okuduğumuz kitabı raporlamamızı istedi. Hocamızın bu usulünü beğenmiştim. Maksadı, öğretmen namzeti olan bizlerin, o kitapları okuyup onlardan dersler çıkarmamızdı. Ben “Çocuğum Değişti Peki Ya Ben?” kitabını okumaya karar verdim. Her kitaptan olmasa da ekseriyetinde çıkarılacak dersler mutlaka vardır, bu kitap da onlardan biriydi ve kitabı okuduktan sonra raporunu çıkardım. Yıllar evvel yazmış olduğum bu raporu sizlere paylaşmak istiyorum:

“OKULLARDA REHBERLİK DERSİ

‘’Çocuğum Değişti Peki Ya Ben?’’ Kitabı Raporu

Okullarda Rehberlik dersi kapsamında şunu görmüş olduk ki eğitim ve öğretim birbirinden ayrı kavramlardır. Yıllardır bizler ana merkezde hep öğretimi gördük. Bir sürü formül, kural, faraziyye, nazariyye, ezbere tarihler gördük. Her sene sınavlara çalıştık ama bizlere öğrenmeyi ve öğretmeyi unutturdular. Biz öğrenciler maalesef öğrenmeyi ve okumayı bıraktık sadece ders çalışıyoruz. Öğretim dediğimiz şeyin, maalesef üzülerek söylemeliyim ki öğretim ile alakası yok. Eğitim kısmına ise hiç girmeyelim, zira bize hiç verilmedi. Eğitim demek her bir öğrencinin keşfedilmeyi bekleyen, deryaların derinliklerinde saklı birer hazine olduğu şuuruyla her birinin hususi birer fert olduğunu onlara hissettirmektir.

Eğitim konusunda okuduğum  ‘’Çocuğum Değişti Peki Ya Ben?’’ kitabının yanı sıra, Doğan Cüceloğlu’nun ‘’Öğretmen Olmak’’ ve ‘’Öğretmenim bi Bakar mısın?’’ gibi pek çok kitabını okudum. Eğitim vermek ve eğitimci olmak gibi kavramların aslında çok farklı ve komplike kavramlar olduğunu anladım. Eğitimin ifadesi ‘’istendik yönde kalıcı davranış değişikliği’’ gibi teorik bir ibareden çok daha fazlasının olduğunu anladım. Benim için eğitimi en güzel açıklayan ifade rahmetli Dr. Enver Ören’in ‘’Eğitim, gönüllere dokunmaktır.’’ sözüdür. Esasında bu ifade terminolojik açıdan çok basit bir ifade gibi görünse de çok büyük bir mana ihtiva eder. Bir eğitimcinin bir öğrenciye sevgi ile yaklaşmasıdır eğitim; onun gözlerinin içine bakıp “ben burdayım senin için varım, sen değerli birisin” mesajını verebilmektir.

Bütün kitaplarda olduğu gibi “Çocuğum Değişti Peki Ya Ben?’’ kitabı elbette bende de farkındalık oluşturdu. Ekseriyetle kitaplar, derin manalar ihtiva eder. O manayı da elbette ki, bir kap misali, kap ne kadar müsait ise o kadar alabilir içerisine. Kimi kapta bir damla, kimi kapta bir derya… Bu kitapta her bireyi özellikle her çocuğu yetiştiği çevreye göre, zamana göre ve mevcut zamandaki genel dünyevi yapısını ele alarak değerlendirmek gerektiği üzerinde durulmuştur. Her geçen gün gelişen dünyada, dünyadaki hayat şartları ve imkanların iyileşmesiyle birlikte her gelen nesil, elbette ki bir önceki nesilden davranışsal, hayat felsefesi ve ihtiyaçlar açısından farklı olarak yetişmektedir. Geçmiş nesilleri o zamanki şartlara göre değerlendirmek, gelecek nesilleri ise bugüne değil gelecek ve kendilerinin mevcut bulunacakları, olgun olacakları zamana göre yetiştirmek gerekmektedir. Hazreti Ali (radıyallahü anh) efendimizin bu hususu çok güzel özetlemiş: “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin”.

Kitabın bana kazandırmış olduğu bir diğer husus ise, eğitim sadece eğitimci öğrenci arasında sınırlı değildir. Aynı zamanda zamanını ekseriyetle geçirdiği, ilk eğitimini aldığı ailesini, velisini de kapsar. Eğitim; öğretmen, öğrenci ve veli üçlüsünden teşekkül ettiğini duymuş olsam da kitap bana bunu aşılamış ve unutmayacağım önemli bir ders vermiştir. Eğitim önceleri okulda, sonrasında çocuklukta başlar denildi. Zamanla doğumla beraber dendi, şimdi ise eğitimin anne rahminde başladığını anladığımız vakte geldik. Bir çocuğun ilk eğitimcisi, ilk hocası, ilk mürşidi annesidir daha sonra babasıdır. İlk eğitimi onlardan alır. Yürümesinden kalkmasına tutun da def-i hacet gidermesine kadar başlıca temel hayati meseleleri velisinden alır. Aynı zamanda ahlakı ve adabı muaşereti veya saygısızlığı da yine velisinden alır. Çocuk söylenildiğinden çok, gördüğünü taklit ederek öğrenir. Büyük zatlar “Lisan-ı hal, lisan-ı kalden entaktır” buyurmuşlardır. Yani hareketler ve beden dili, konuşmaktan daha çok şey anlatır. Bu yüzden veli ve öğrenci arasındaki münasebet çocuk eğitimi hususunda büyük önem arz eder.

Şahsen ben eğitimci olacağımda çocuklara kıymetli olduklarını ve onların birer birey olduğunu hissettireceğim. Onlara sadece imtihanlara çalışmak yerine, bundan daha fazla ve daha büyük bir dünya olduğunu; istikbalin sadece imtihanlardan, puanlamadan, rakamlardan ibaret olmadığını, herkesin doktor mühendis gibi meslekler dışında, çok iyi eğitim almış ahlaklı bir araba ustası da olabileceğini öğreteceğim. İyi bir iş ahlakına sahip olan ve hak yemeyen herkesin iyi bir maaş alacağına, alın teri kadar bereketli bir kazancın olmadığına, rızkın insanlardan değil Allahü Teala’dan geldiğine inanan bir nesil, şüphem yoktur ki çok umut verici bir nesil olacaktır. Bazen matematik hatalıdır; helal olan 2 tl, haram haksız kazanılmış 5 tl’den daha büyüktür. Bunu öğrendiklerinde inanıyorum ki çok daha ileriye gideceğiz. Bu kitaplar yeterli olmayacaktır elbet, “Çocuğum Değişti Peki Ya Ben” ve “Çocuğumun Beyninde Neler Oluyor?” kitapları şahsım için birer numune hükmündedir. Bunlardan alacağımı aldıktan (yani gerekli olan bilgileri, bende eksik olan detayları aldıktan) sonra daha okunmayı bekleyen (kitaplardan öğrendiklerimi hayata tatbik etmek için diğer) kitaplara geçiş yapacağım. Öğrenmenin yaşı ve zamanı yoktur, hele ki bir eğitimci için…”

O gün geldi ve ödevimi teslim ettiğimde acaba hocam raporu nasıl bulacak, nasıl bir puanlama yapacak diye düşünüyordum. Sabredip görecektik. Yaklaşık bir hafta sonra hocamız elinde kağıtlar ile sınıfa girdi. Herkesin ismini söyledikten sonra da notunu söylüyordu. O anda tek odağım ismimi, ardından da notumu duymaktı. Bekleyişin ardından ismim okundu ve tam puan almıştım! İşte o zamanki hissiyatım tarif edilemezdi. Hocam yazımı çok beğendini söyledi. Muvaffak olmak, yüksek notlar almak ve emeğinin karşılığında takdir görmek insanı elbette mutlu ediyor.

Belki dışarıdan bakıldığında sadece bir kitap raporuydu fakat satır aralarında kendi iç yolculuğumun izlerini taşıyan bir vakayinameydi aslında. Şimdi dönüp baktığımda fark ediyorum ki o dosya, yalnızca bir ödev değil; beni ben yapan yolda atılmış ilk samimi adımlardan biriydi. Zira bazen bir kitap sadece okunmaz, insanı da sessizce okur ve terakki ettirir.

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Abdullah Mert Kartal

Fen Muallimi. Araştırmacı. İlahiyat Talebesi.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu