
Arştan yeryüzüne ceza olarak indirilen bir meleğin bakışından asırlarca, insanın içinde var olan sırlarına vakıf olmak…
Tolstoy’un her bir eseri, -birer ressam fırçası edasıyla anlatılacaksa- insan kalbinin karanlığında kalan çığlığı kadar derin, ruhun sessizliğini hatırlatacak kadar ağır bir kalem gerektiren eserlerdir.
Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar?” eserinin arka planında üç büyük hakikati irdeleyerek ahlaki seslenmesi, samimi ve yalın bir lisan ile başarılı bir şekilde harmanlanarak dile getiriliyor.
Tolstoy’un İnsan ve Din Anlayışı
İlk gençlik yıllarından itibaren soylu aristokrat ailede, saraylarda ve şatafatlı baloların görkemiyle beslenmiş bir Rus yazar düşünün…
Kilisenin köhneleşmiş buruşmuş ağır ve gösterişli merasimlerine sırtını dönerek, sade ve gösterişsiz inancında gerçek hakikati aramaya başlayan Tolstoy, ruhu ve yüreği ansızın toprağın çıplak kokusuna, rüzgârda insana huzur veren hışırtılı buğday başaklarının suskun dualarına kulak verir.
Göğe yükselen katedrallerin labirentlerinden, dehlizlerinden çıkarak; yeryüzüne – alelade bir köylünün nasır ve toprak kokan ellerine- bir çocuğun saf yüreğine ve gözlerine yöneldi. Yaratıcıyı ve yaradanın sevgisini dogmalarla değil, Hz. İsa’nın yüzyıllardan beri var olan ahlaki akidelerinde bulmaya, kalbinin derinliğinde hissetmeye başladı. Ailesinin ona sunmuş olduğu soyluluğu ve imtiyazları bir kenara atıp, alelade bir insanın sabrında, terinde, merhametinde ve duasında gerçek hakikati aradı.
Böylelikle hem ruhunda derin bir kırılma yaşamış oldu hem de hayatı boyunca süren bu arayışının izlerini itiraflarında en samimi hislerle “İtiraflarım” adlı eserinde dile getirmiştir. Kaybettiği yolunu, geceleri Zühre yıldızına bakıp bulmaya çalışan bir seyyah misali aradığı hakikati İslamiyet’te bulmuş ve kitabında yer alan şu veciz sözle özetlemiştir; “eğer insan, seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her bir insan, şüphe ve tereddüt etmeden Muhammediliği; tek Allah’ı ve onun peygamberini kabul ederdi.”
Tolstoy, Hazreti İsa’nın (aleyhisselam) bu ahlaki akidelerini kendine bir rehber edindi. Onun için hakiki din, gösterişli ritüellerde değil; insanın gündelik hayatlarında, davranışlarında ve kalpten gelen iyi niyette ve içtenlikte tecelli ediyordu. “İnsan Ne ile Yaşar?“, bu anlayışın güçlü bir tasviri; “şiddetsizlik” ve cihanşümul mesuliyet akidelerinin birebir edebi tezahürü.
Eserde dile getirilmek istenen hakikatler, üç temel başlıkta ele alınabilir:
Birinci Hakikat: İnsanın İçinde Ne Vardır?
Rusya’nın zifiri karanlık bir kış gecesinde Matroyna, soğuktan elleri ve vücudu titreyen meleğe evinin kapılarını açar. Merhamet dolu yüreğiyle, titreyen vicdanıyla paylaşmanın yükünü taşıyan Matroyna, meleğe ne din ne de bir statü sorar. İşte Tolstoy’un anlatmaya çalıştığı; gerçek merhamet ve sevgi… Zihnimizin zifiri karanlık hesapları, çıkarları değil; yüreğimizde var olan ve insan olmanın getirdiği şartsız mesuliyetin misalidir.
Tolstoy, Matroyna’nın göstermiş olduğu bu yüce davranışla bizlere, İslamiyet’in “komşusu açken tok yatan bizden değildir” akidesini en güzel şekilde tasvir eder. Bu merhamet ve sevgi yalnız dini bir akide değil, insanın fıtratında var olan bir cevherdir. Hikâyede yoksulluğun nasıl manevi zenginliğe vesile olduğu da hissettirilir. Neticede melek, “İnsanın içinde ne vardır?” sualinin cevabını bulmuştur.
İkinci Hakikat: İnsanın Bilgisizliği ve Kibir Tuzağı
Mihail ismindeki melek, ikinci hakikat olan “insana ne verilmemiştir?” sualinin cevabını, Simon’a elbise diktirmeye gelen zengin adamda, insanda bulunan eksikliği keşfetmesiyle birlikte bulur. Simon’a kürk palto diktirmek için gelen adam, diktireceği kürk paltosuyla övünür ama geleceği ve ne zaman öleceğini bilmediği için günlerini boşa geçirerek zayi eder.
Melek, kendisine verilmemiş olan bir hakikatin, adeta yıldırım çarpmışçasına irkilerek farkına varır; Allah’tan başka hiç kimse gaybı ve geleceği bilemez; kimsenin ölüm zamanını bilmeye kâdir olmadığını görür.
Tolstoy, bu karakter aracılığıyla insanın ne kadar kibirli bir varlık olduğunu ve kibri yüzünden insanın kendini kaybettiğini en sert şekilde eleştirir. Adam sanki sonsuza dek yaşayacakmışçasına öleceğinden bihaber şekilde şatafatlı ve ihtişamlı kürk paltosunun detayları ile meşguldür. Tolstoy’a göre insanoğlu
geleceği planlama arzusu ve tutkusu içinde yaşarken, öte taraftan yaşamının sona ereceğini bilmeden, insanın gerçekte hiçbir şeye hükmedemeyeceğini gösterir.
İşte bu insanın ne kadar aciz bir varlık olduğunu ve kendisiyle yaşadığı trajik çelişkiyi gözler önüne serer. İnsanın sonsuz bir özgür iradeye sahip olduğunu sanması yani adeta kendini yaratıcı gibi görmesi, aslında gücünün yetmeyeceğini insanın aciz ve acınacak bir varlık olduğunu gösteriyor. Melek, ikinci hakikat olan “insana ne verilmemiştir?” sualinin cevabını keşfeder. İnsana, kaderi ve geleceği bilme gücü verilmemiştir. İnsan ancak ölümle yüzleştiğinde, hayatının manasını kavrar. Tolstoy, burada stoacılarla
paralellik kurar: ‘Memento Mori’ (öleceğini hatırla) ilkesi insanı mütevazı olmaya çağırır.
Üçüncü Hakikat: Sevginin Dönüştürücü Gücü
Bir annenin, yavrusunu geride kimsesiz bırakmamak için ölüm meleğine direnmesi; tüm arşın, kainatın adeta nefesinin durması… Tolstoy, bu sahneyi tasvir ederken insanı ve insan kalabilmenin cevheri olan sevgiyi ve merhameti yüceltir. Bu sevgi ve merhamet, ne bağlılıktır ne de şartlı beklenti; insan ruhunda yankılanan en tabii ihtiyaçtır.
Anne ne çıkar ne beklenti ne de hak gözetir; sadece insan olmanın vermiş olduğu içinde o asil merhametin ve sevginin sesine kulak verir. İşte bu ses insanı hakiki var oluşa çağırır: “Sevgiyle yaşa, sevgiyle öl var oluşunun manası budur.” dedirtiyor.
Burada vurgulanan sevgide, romantik yahut şartlı sevgi mevzu bahis değil; insan olmanın vermiş olduğu var oluşunun lüzumu olan bir ihtiyaçtır.
Anne sevgisi, merhameti ve acıması; yaratıcının kendisinde var olan sonsuz sevgisinin ve rahmetinin bir katresi. Tolstoy, hikâyede yaradan sevgisi, merhamet ve acıma gibi hisleri seküler bir üslupla ama deruni bir inançla birleştirerek işlemekte. Tolstoy, gerçek mutluluğun dünya malına bağlanmaktan değil başkalarına yardım etmekten, hizmet etmekten ve yaradanın iradesine teslim olmaktan kaynaklandığını vurgular.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Güzel bir çalışma olmuş