Kitap

“Karıncalardan Özür Dilerim”

“Batı mı bizi kurtaracak, biz mi Batıyı?”

Diye soruyor “Karıncalardan Özür Dilerim” kitabında merhum gazeteci Ömer Öztürkmen. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine kitabı sahaflarda buldum. Derinden etkileyen bir kitap. Her bir cümlesi, paragrafı bir tez konusu. Sosyolojik, bilimsel, felsefi, edebi, siyasi, hulâsa her konuda araştırma kapısı aralayan kısa makalelerden oluşuyor.  Türkiye’de son bir yüzyıldır milletimizi topyekün tasallutu altına almış materyalizm, pozitivizim, rasyonalizm ve determinizm gibi izmlerin aslında Batı’da çoktan eleştiriye tâbi tutulduğunu ve kuantum fiziğiyle metafizik kapılarının 20. yüzyılın başında aralandığını yazıyor. Onun her lise çağındaki gencimizin okuması gerektiğini düşündüğüm  kısa ama çığır açıcı makalelerinden ilgimi çekenleri Serazat okuyucuları ile paylaşmak istiyorum. 

Günümüzde birçok teorik fizikçi, düşünür bilim adamlarına hedef gösteriyor. İnsanlığın geleceği için olası teknolojik gelişmeleri tasavvur ederken aslında kendi dünya görüşleri ile bilim adamlarına yön veriyorlar. Şu an hayatımızın bir parçası olan yapay zeka dediğimiz algoritmaları ilk edebiyatçılar hayal etti. Misal  Arthur C. Clarke’ın 2001: Bir Uzay Macerası(1968) romanındaki HAL 9000’i verebiliriz. Herşey hayal etmekle başlar ve inanmakla devam eder. Eğer çarpık bir başlangıcınız varsa sonunuz hüsran olur. Bu minvalde bu tip gençlerin önüne yaldızlı kılıfla sunulan sözde bilim insanlarını ve parıltılı gelecek tasvirlerinin aralarına serpiştirilmiş inançsızlıklarını bilmek elzem. 

İşte burada Ömer Öztürkmen diyorki “Batılı insan bugün bile ruh ile nefsi birbirine karıştırır. Nefs ve ruhun birbirinden ayrı fenomenler olduğunu idrak edememiştir.” (95) Her ne kadar fiziğin ötesinde bir hakikat olduğunun farkına varmış da olsalar, vahyin ışığıyla aydınlanmayan bilim adamları o kapının eşiğinden geçemiyorlar. “Çok bilgili olmak cahil kalmaya engel değildir. Cehaletlerin en tehlikelisi ise, gayesiz bilgi edinmektir.” (85) diyen yazar hâlen uyutulmaya, daha ilkokul sıralarından önyargılarla donatılmaya devam eden gençlerimizin bu prangaları nasıl kıracağının ipuçlarını da veriyor. Batı ve Doğu şümullü bir Bilim Tarihi dersi. Çünkü “Zamanı geri çevirmedikçe geleceği sorgulayamazsınız.”

 Bu bilim tarihi aslında bizi bize getirecek bir reçete. Neden mi? Optiğin temellerinden, astronominin duayenlerine, Batı’daki Aydınlanmaya temel olan eserlerin sahipleri ve tercümanları da Müslüman alimler. 1400 sene önce insanlığa gelen tebliğ ile bilimin 20. yüzyılda keşfetmeye başladığı, kapısını aralayıp içine giremediği Hakikat işte tam da bizim özümüzde. Bu bir nimet olarak verilmiş. Fakat Jön Türklerden, İttihat Terakki’ye doğru büyük bir sinsilikle mason ve ingiliz destekleriyle hiç var olmamış gibi saklanmış bir sır. Bir hazine sandığı üzerinde oturuyoruz. Çalışmak yetmez, gençlerimize ne için çalıştıklarını, hedefi doğru vermeliyiz. Yoksa çalış çalış hep bir karış. 

Öztürkmen burada çok güzel bir konuya temas ediyor. “Biz yanlış sormuşuz ve yanlış cevaplarla yanlış yönetimlerle yanlışlıklar Türkiye’sini meydana getirmişiz.” Günümüzde bile hala “lâiklik, hukukun üstünlüğü nedir?”  gibi sorularla, tartışmadan öteye gidemeyen anlaşmazlıklarla gündem oluşuyor. Gençleri bu kaostan kurtarmak ancak Öztürkmen’in dediği gibi doğru soruları sormalarını sağlamakla ve onlara 1400 yıllık kaynaklarımıza açılan kanallara yönlendirmekle mümkün. Osmanlı Türkçesi, Arabi, Farisi  ilk şartlardan olmalı. 

Merhum Profesör Fuat Sezgin senelerce Almanya’da ve dünyada Müslüman bilim adamlarının çığır açıcı kitapları üzerinde çalışmalar yaptı. Kaç liseli onun çalışmalarından haberdâr? Kaç liseli gence kuantum teorisi, holografik evren, sicim teorisi vesaire anlatılıyor. Schrödinger’in Kedisi deneyini, çift yarık deneyini anlatan fen bilgisi öğretmeni var mı? Haberleri bile yok. Bilim Tarihi dersleri çocuklara hakikate varmada büyük bir vizyon katacaktır. 

Norveçli yazar Jostein Gaarder’ın “Sofi’nin Dünyası” adlı kitabını okuduğumda şu kanıya varmıştım. Felsefe size doğru soruları sordurabilir. Fakat hakikata vasıl edemez. Her bir felsefeci kendi aklının sınırlarına yolculuk eder ve bambaşka bir gerçeklik inşaa eder. Her biri bir evvelkini yanlışlar. Sonuçta elde kalan bir boşluk. Nihilizme giden yol. 

Asıl gayenin ebedi seadet, sonsuz mutluluk olduğunda bilim adamları da Öztürkmen’de hemfikir. Yazar Batı’daki gerçek bilim adamlarının Kuantum ile metafizik ürpertiler yaşayarak evrenin Holografik bir vehim mertebesinde yaratıldığını kabul ettiklerini söylüyor. Bunu yüzyıllarca evvel yazan Mutasavvıflarımızın da farkındalar. Türkiye’ye gelen birçok İngiliz ve Amerikalı araştırmacı bizzat Muhyiddin-i İbn-i Arabi, İmam-ı Rabbani, Abdülkadir-i Geylani gibi mübarek mutasavvıflarımızın kitaplarını orjinal dilinden okuyup üzerine makale yayınlıyorlar. (Buna bir örnek Ian Almond, İbn-i Arabi üzerine bir çok yayını olan ve Boğaziçi Üniversitesinde hocalık yapmış bir Oryantalizm eleştirmeni) 

Kuantum fiziği bilim tarihi açısından bir devrimdi: bilime tapanlara karşı bir devrim. Kartezyen ve mutlakçı bilimperestlerin puthanelerini yıkan bir devrim. Yani bilimi kutsallaştıran ondan başka hakikate ulaşma kaynağı olduğuna inanmayanlara karşı bir devrim. Özellikle bu yeni bilim adamlarına bir örnek Karl Popper’ı veriyor yazar. Popper, bilimsel teorilerin doğrulanabilir değil, yanlışlanabilir (falsifiable) olması gerektiğini ve bilimsel verilerin zamanla tecrübeyle değişebileceğini savunur. 

Michio Kaku bir teorik fizikçi. Oldukça popüler olan bilim kitaplarından biri Odtü yayınlarından çıkmış.  “İnsanlığın Geleceği” adlı kitabında, evrenin ücra köşelerinde yeniden bilinç aktarımıyla insan ırkının sonsuzluğa kavuşacağına inanan teorik bir gelecek tasavvuru sunarken, Kitapta insanlığın karşısındaki en karşı konulamaz sorunun “Ne zaman dünyadan ayrılacağız ve yeni ufuklara yol alacağız?” olduğu varsayılmış. Sonsuz mutluluk arayışını evrende bilinç olarak sonsuz varoluşa bağlamış. Kuantum fiziği üzerine de paylaştığı fikirleri daha çok çoklu evren teorisine kayarken akl-ı fe’al denilen bir üst bilincin her şeyin oluşumunda etkili olduğuna inananlardan. İkinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbani Hazretleri kuddise sirruh her zaman var olmuş bu tip fen adamlarından Mektubatının 3. cilt 17. mektubunda bahseder. “Akl-ı fe’âl diye birşey uydurmuşlar. Herşey, bundan hâsıl oluyor diyorlar. Yerleri, gökleri ve bunlarda bulunan herşeyi yaratanı, kuvvetsiz, te’sîrsiz biliyorlar. Bu fakîre göre, dünyâda, bunlardan dahâ câhil ve dahâ alçak kimse yokdur. Ba’zıları da, bu ahmakları fen adamı, müsbet ilm sâhibi sanıp, birşey bilir zan ediyor ve doğru söyleyici sanıyorlar.” Ezcümle, Kaku zaman zaman “Tanrı, kozmik müziği evrenin boyutları içinde çalan bir matematikçidir” gibi metaforik ifadeler kullanır. O aslında hakikatin kapısından girememiş bir teorik fizikçidir. 

Öztürkmen kitabında Batı Biliminin neden fizik ötesini reddettiğini anlatırken Kilise’nin kanlı ve skolastik tarihine vurgu yaparak, aslında batıdaki laiklik gibi kavramların hep bu kiliseye karşı başkaldırı olduğunu, canlı canlı ateşlerde yakılan bilim adamlarının ahının bir sonucu olduğunu anlatıyor. Batının tarihi bizimkinden çok karanlık. Hatta bu konuda Tabii’de yayınlanan Karanlık Miras belgesel serisinin izlenmesi çok ufuk açıcı olur. İslamiyette ilim adamı ve ilmiyye sınıfı hep el üstünde tutulurken, Padişahlar hiçbir zaman istişare etmeden hareket etmemişlerdir. İttihat Terakki’nin Batı’dan ithâl ettikleri fikirleri olduğu gibi sanki bizde de müspet yani pozitif ilimlere bir baskı varmışçasına kabullenmeleri trajikomik. Onların bu zihniyeti Ömer Öztürkmen’in dediği gibi bir “gardrop değişimi”nden ileri de gidemedi. Ama nesilleri yavaş yavaş zehirleyen bilim tapıcılığı, August Comte felsefesi, rasyonalizm (mutlak akılcılık) bilimi bir vesile olarak görmekten çok dogmalara hapsetme eğiliminde. İdeolojinin hizmetinde bir bilim, bilimden çok uzaktır.

Geçen yüzyılda bulunan birçok “mutlak doğrunun” ipliği pazara çıktı. Bunlara misal olarak: ışık hızının sabit olmadığı, matematiğin kesinliğinin Göder’in tamamlanmamışlık kuramı ile tarihe karıştığı, evrenin Heisenberg’in olasılıklar ilkesi ve Bohm’un holografik evren teorisi ile  her an var olup yok olduğu, verilebilir. Batı yeni bilgi kaynaklarını araştırıyor. Fizik ötesi ve metafizik kavramlar tıptan, felsefeye artık hayatın her alanında. Gözlemlenebilen her şeyin bir de müşahede edilemeyen tarafı olduğunu tecrübeler gösteriyor. Madde ve antimadde, mutasavvıflarımızın yüzyıllardır söyledikleri adem(yokluk) ve mümkün (yaratılan mahluk) diye işaret ettikleri Hakikatın nişanları. Sonunda Büyük bir Yaratıcının varlığını kabul eder gibi yapsalar da, dinimizin bildirdiği Allahü tealanın Zati ve Subuti sıfatlarından haberleri yok. Kudret sıfatının ne olduğunu bilmeyen birinin vizyonu da mekanik ve teknik birşeyler anlatmadan öteye geçmiyor. 

Bütün bunları nakletmemin sebebi peki biz bugün ne yapabiliriz? Okullarımızda, sivil toplum kuruluşlarımızda, insanın ve eğitimin olduğu her alanda bu bilgi birikiminden nasıl faydalanabiliriz? Öztürkmen’e göre bir yüzyılı ıskaladık. Geriden de olsa yapmamız gerekenler belli. Kitapta geçen kanaatimce her ilim yuvasına slogan yapılabilecek cümlelerden bir kısmını siz okuyucularımız için derledim.

1- “Zihni tembellik önyargılarla başlar.” Günümüzde yapay zeka ile zihin tembelliğinin daha da kolaylaştığı bir dönemdeyiz. Fakat biz zaten Batıdan gelen her şey iyidir, gibi önyargılarla bu tembelliğe her milletten daha önce düçâr olmuşuz.

2- “Fiziğin keşif ve inceleme alanını metafizik kuşatıyor.” Bununla barışık olan münevverler yetiştirmeliyiz. Dinini bilen, kayıran münevverler. 

3- “Gençlerimize hem bilimi öğreteceğiz hem dinini. Doğru dürüst bir bilim tarihi kitabı bile yok bu eğitim sistemimizde. Dinimizi doğru dürüst öğrenme imkanı da verilmezse, gençlerimiz bilim ve dini bilgiler fukarası zekâ spekülatörlerinin ‘din ile bilim uyuşmazlığı’ safsatasına inandırılır ve maalesef bugünkü gibi, dogmatik düşünceler hakim olur.”

4- “Kuantum fiziği ortaokul seviyesinde” olmalı. Çocuklarımıza en elzem olanı göstermezsek kuantum bilgisayarlar ile hızla yeni bir çağa giren Batı’nın tüketici tembel beyinleri olmaya devam edeceğiz. Biz müfredatı kolaylaştırmak yerine sıfırlamalı, yepyeni bir gündemle başlamalıyız. Tek partili dönemin ideolojik rasyonalist ve pozitivist kodlarından ancak böyle kurtulabiliriz. Şu anda bile prestijli bir üniversitemizin fizik profesörü, (ismini vermeyeceğim) kuantum üzerine yazdığı kitabında “Aman ha kuantum’dan tanrının varlığını anlamayın” diye iki de bir okuyucuyu uyarıyorsa bir akıl tutulması yaşadığımız kesin. 

5- “Her sorunun mutlaka bir cevabı vardır; fakat, önemli olan en doğru olan cevabı bulmaktır. Doğru cevabı bulmak için de, her şeyden önce soruların doğruluğundan emin olmak gerekir.” Çocuklarımıza doğru soruları sorduracak ortamı oluşturmalıyız. Yoksa biz de onlar da bu sistemin önyargılar ve dogmalar ile örülmüş matriksinden çıkamayız.

6- “İnsan beyni başıboş bırakılmaya gelmez, zamanla önyargılar istilâsına uğrar; inanç dünyasına da, bilim dünyasına da kapalı kalır.” Bunu hepimiz yaşamıyor muyuz? Belli bir yaşın üzerindeki insanlar gitgide daha baskıcı, dogmatik ve kalıplaşmış inançların pençesinde mutsuzluğa sürükleniyor. Halbuki Kuran-ı Kerim ile, dinî ilimlerle düzenli meşgûl olanlar en azından her gün Sünnet-i Seniyye’ye uyarak yeni bir şey öğrenmeye çabalayanlar böyle mi? Yüzlerinde mütebessim bir ferahlık fark ediliyor.

7- “Bir ülke sadece ekonomik zenginliği ile huzura kavuşmaz…” Buna en güzel örnek de Suudi Arabistan ve işte intihar rakamlarının en yüksek olduğu İsveç verilmiş. Kimse politikalarının yanlışlarını masaya yatırmak istemez, lakin hesaplaşma gününü ıskalayanlar da millete en büyük zararı verir. Her sorunun çaresi maddiyatta değil. 

Kıymetli Öztürkmen’in kitaplarını tefekkür niyetiyle okumalı. 

 Tarih derslerine sadece antlaşma maddesi, kronoloji ötesinden bakıp şahsiyet inşası için Selçuklu, Osmanlı liderlerinin şahsiyetlerine, siyasetlerine ve dünya görüşlerine yer vermek ve de köklü bir değişiklikle maarif modeli içine Bilim Tarihi dersleri koymak başlangıç olabilir. 

“Avrupa ve Batı bizim kapımıza dayanacaktır. Yeter ki biz, biz olmayı başaralım….”(104) İşte bütün mesele, biz biz olmayı başarabilelim gerisi gelecek! Michio Kaku’nun şahsında halen bütün dünyaya yayılmak istenen akl-ı fe’al yutturmacaları artık Batıdaki ciddi bilim adamlarını da tatmin etmiyor. Bu konularda daha derinleşmek isteyen sahaflardaki hazine diyebileceğimiz, 1984’den 94’e kadar basılmış olmasına rağmen hâlen geçerliliğini kaybetmemiş İnsan ve Kainat dergilerine de başvurabilir. Bilim meraklılarına ve tefekkür eden herkese Bilim Teknik dergisinin çok ötesinde bir boyut açıyor. 

Dünyada deizm ninnisi ile tatmin olmayan, bilimin sonunun yalnız kendi aczimizi anlamak yani edeb olduğunu anlayan birileri de var. İşte onlar parlatılmasalarda gerçek bilimle uğraşıyorlar. “1950-1955 seneleri arasında meşhur fizikçilerden W. Heisenberg, T. Allibone ve O. Hahn Türkiye’de modern atom fiziği üzerine konferanslar verdi. Gariptir ki Allibone ve Hahn’in konferansları tercüme edilerek kitap haline getirilirken, Heisenberg’in konferansları kitaplaşmadı.”

Neden dersiniz? 

Heisenberg bu konferansta; “Bu suale ancak İslam dini cevap vermektedir. Ben ve arkadaşım Otto Hahn bu fikirdeyiz” demiştir. Birileri hakikati sakladıkları sandıktan dışarı Batılı biri eliyle de olsun çıkmasın istiyor. O sandık aralandı fakat Batılı bizden meded umacak, biz hazır olmalıyız. Bir yüzyıl daha kaybetmeden kendimizi sonra gençlerimizi uyandırmalıyız. 

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Me'va Önyurt

Talebe. Yazar. Eğitimci. Anne.

2 Yorum

  1. Maşaallah subhanallah Allahü Teâlâ kalemine tesir versin çok güzel bir yaxı olmuş efendim…

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu