
Yerde sırtüstü kımıldamadan yatan genç Polonyalı kıza kısık bir sesle “hepsi geçecek…” dedi Smith. Kız cevap vermeyince kalp atışlarını dinlemek için eğildi. Hiçbir şey söylemedi, sadece kızın sıcaktan kavrulmuş ellerini tutup göğsünün üzerinde birleştirdi…
“1940 yılında Sovyet Rusya’ya bağlı Sibirya çalışma kampından özgürlükleri için 6000 km yürüyerek Gobi Çölü’nü aşıp Hindistan’a ulaşan bir grup esirin yaşadıkları gerçek bir yol hikâyesi… “
II. Dünya Savaşı sırasında, Sovyetler Birliği’nin Polonya’yı işgalinde genç Polonyalı subay Janusz Wieszczek casuslukla suçlanır. Sorgulamada Janusz’a casus olduğunu kabul ettiremeyen Ruslar gözaltına aldıkları karısına zorla açıklama yaptırarak Janusz, Sibirya’nın derinlerindeki çalışma kampında 20 yıl hapis cezasına çarptırılır.
- Lenin’in emriyle 1929’da kurulan ve Stalin yönetimi sırasında zirveye ulaşan zorunlu çalışma kampları GULAG rejim karşıtı olmakla suçlananların toplumdan soyutlanması için kurulan infaz sistemidir. 1300 kilometrelik yol yapımında tutukluları çalıştırmak için kurulan GULAG kamplarında, 1930’dan 1953’e kadar yaklaşık 1,7 milyon mahkûm öldü. 1942 yılında yüzbaşı rütbesiyle II. Dünya Savaşı’na katılıp cephedeyken yazdığı mektuplarda Josef Stalin hakkında eleştirileri sebebiyle tutuklanan sekiz yıl GULAG kampında tutuklu kalıp müteakiben gönderildiği özel bir kampta da üç yıl kaldı. Sonra istenmeyen kişi ilan edilip sürgüne gönderilen Aleksandr Soljenitsin’e dediler ki “Bu günleri unutmayanın gözü çıksın …” Soljenitsin’ in cevabı ise farklı oldu “Unutanın iki gözü çıksın…”
İnsan ömrünün çok kısa olduğu GULAG’da düşünülen tek şey kaçmaktır. Herkes kaçmayı düşünmektedir ama kaçan yoktur… Janusz kısa sürede bir kaçış planı olan kişilerle tanışır: Amerikalı mühendis Smith, Rus suçlu Valka, Polonyalı Tomasz, Letonyalı rahip Voss, gece körlüğünden muzdarip Polonyalı Kazik ve Yugoslav Zoran.Bir de Janusz’a Baykal Gölü’nü geçerek güneyden Moğolistan’a kaçmayı planladığını söyleyen Habarov.
Amerikalı Smith, her yeni gelenle kaçış planını paylaşan Habarov için Janusz’u uyarır. “Onun buradan kaçmaya niyeti yok ki… Kaçmaktan bahsetmeyi seviyor o kadar. Senin ruhunu çalıyor. Onun firar hayalini besliyor, onu hayatta tutuyorsun…”
Kamp yönetiminin ise mahkûmların kaçmasıyla ilgili bir endişeleri yoktur. Kampı çevreleyen bütün coğrafya, firarileri yutmak için iştahlıdır. Derler ki; “sakın kaçmayı düşünmeyin, tabiat öldürmese de yerli halk öldürür sizi…”
Şansını denemek için çok fazla beklemeyen Janusz’a “seninle yol yürünür, bana bir şey olursa senin bana yardım etmeni sağlayacak bir zaafın var… Kibarlık! …” diyen Smith ile Valka, Voss, Tomasz, Zoran ve Kazik izlerini örten şiddetli bir kar fırtınası sırasında kamptan kaçarlar. Kaçışın ikinci gecesi, gece körlüğünden muzdarip genç Polonyalı mahkûm Kazik, odun ararken dönüş yolunu bulamaz ve donarak ölür. Sibirya’nın karları arasında uzun bir yolculuk sonrası Baykal Gölü’ne ulaşan gurup kendilerini gizlice takip eden ailesi Ruslar tarafından öldürülen genç Polonyalı kız Irena ile tanışırlar. Irena Rus askerlerinin ailesini öldürdüğünü ve ona zalimce davrandıkları için kaçtığını söyler.
Kaçış yolunda ısrarla “Adam öldürmek yok…” diyen Letonyalı mahkûm eski rahip Voss’a “Yok mu? … Bence sen daha önce adam öldürmüşsündür. Günahsız bir adama göre fazla dua ediyorsun…” diyen Rus mahkûm Valka haklı çıkar.
Moğolistan’ın komünistlerin kontrol altında olduğunu fark eden grup Hindistan’a yönelir. Gobi Çölü boyunca susuzluk, kum fırtınaları, güneş altında devam eden yolculukta önce Irena birkaç gün sonra da Tomasz yere yığılır ve ölür.
Hepsi ölümün eşiğinde Himalayalara ulaştıklarında kendilerini manastırına götüren Tibetli bir keşiş tarafından kurtarılırlar. Smith, keşişin bağlantılarından birinin yardımıyla Lhasa’ya gitmeye karar verir. Umudu, oraya vardığında Amerika’ya dönüşünü sağlayacak bir bağlantı kurmaktır.
Kalan üç kişi Himalayalar boyunca yürümeye devam eder ve kısa süre sonra, önce Nepal’e ardından köylülerden yardım alarak Hindistan’a ulaşır…
Genç Polonyalı subay Janusz 50 yıl sonra yaşlı bir adam olarak evine dönüyordu… Kır evinin giriş kapısının hemen yanında tozlu bir kayanın altına gizlenmiş anahtar ile açtığı kapıdan içeri girdiğinde yarı aydınlık odada bir masa başında öylece hareketsiz oturan kadına doğru yürüdü.
Kadın hiç telaşlanmadı şaşırmadı sadece yıllarca saklı duran birikmiş bütün umutları gözyaşı olup aktı… Bazen sükût sözden çok daha fazla şey anlatır…
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Süper bir hikaye hocam, zamanın zulmetiyle kararan ufkumuzu yeni yeni hikayeler ile aydınlatıyorsunuz.
Gönlünüze ve kaleminize sağlık..
Rus ve Sosyalizm zulmüne dikkat çeken bir filmdi, bu yazı çok güzel anlatıyor filmi, ama seyretmenizi de tavsiye ederim, özellikle gençlerimiz komünizm belası ve karanlığı hakkında hem haberdar olur hem de muazzam manzaralar var. İnsanoğlunun insanoğluna ettiğini kimse etmiyor. Doğa karşısında acziyetimizi de vurgulayan sürükleyici bir film.