
Sevgili yüklük, neredesin? Evet yanlış yazmadım, günlük değil yüklük. Yürürken bir elektrik direğindeki ilanla göz göze geldim: ” Yük ve eşya taşınır. İrtibat Numarası: 053… “Elim hemen telefona gitti. Numarayı ezberlemeye çalışıp tuşlara bastım. Acaba dedim omzumuzdaki yükleri, sırtımızdaki kamburları, kafamızın içinde her yana dağılmış kolilenmemiş bekleyen düşünceleri, kalbimizin kilitli odalarındaki “Dikkat, kırılabilir.” yazan kutuları da taşır mısınız?
Son iki yıldır iki defa ev taşıdık. “Dünya hayatında en kıymet verdiğin eşya ne” deseler, “kitaplarım” derim. Kitaplarımı görünce Buz Devrindeki bir sahneye ışınlanıp Sid karakteri gibi şöyle diyesim gelir: “Hanım hanım bunlar beni yavrularım.” Mevzu kitaplar değil elbette, her şeyi koliledik ve karışmasın diye güzel güzel isimlerimizi üzerlerine yazdık. Eşyaları taşıyan beyefendi, “neye elimizi atsak üzerinde Fatma yazıyor, taşı taşı bitmedi ne var bu kutularda” diye çıkıştı. Aslında kolilerken o kadar çok gelmemişti bana, görevi bu olduğu halde beyefendiye ağır geldi. Başkasının yükü ağır gelebilir mi insana?
Yük insana ne zaman ağır, ne zaman hafif gelir? Yükü ne ile ölçerim, eşit kollu teraziyle belki dinomometre ile. Evet, elle tutulur gözle görülür yükler için böyle ölçüm yaparım. O zaman yükün nasıl bir şey olduğuna karar vermeli. Elle tutulmayan, gözle görülmeyen yükleri ne ile ölçerim? “Bu başkasının yükü mü yoksa benim yüküm mü” diye bakarım. Benim yükümse şayet, önce Allah’tan sonra Allah’ın yarattığı ve kalbime kondurduğu odalarda ikamet insanlardan yardım isterim, isteyelim. Kuş gibi hafiflerim.. Yük benim değilse, onu karşımdakinin kalbiyle ölçerim. Eğer kalbi kararmışsa, o yük evvela büyüdükçe büyür içimde. Tıpkı su maymuncuğu yutmuşum gibi. Sonra bir tabela asarım oraya: ” Artık buraya çöp dökmek yasaktır.” Eğer kalbinde hala el değmemiş yerler varsa ne olur? Yükü yüküm olur. Paylaşırım. Yüklüğün ağzı kapandı biraz bak, gördün mü?
Yüklük nerede? Benim içimde. Sahibinden satılık yüklük var. Kimisi az kullanılmış, kimisi yeni gibi. Kimisinin fotoğrafını koyamamışlar bile, “eski bu ya kim satın alır” demişler. Kimse sormamış yüklüğe, eline ne geçtilerse tıkıştırmışlar. Bağırmış:
– Yeter, yerim kalmadı artık.
– Adını hatırla, unutma.
– Yük taşımaktan yoruldum, istemiyorum.
– Yüklüksün sen. Madem seni buldum o meşhur soruyu sorayım: Bir kilo pamuk mu daha ağırdır yoksa bir kilo demir mi?
– Şimdi adımı hatırladım. Ben yüklük, sadece yük taşırım. Ağırlık ölçemem. Ne verirlerse taşırım. Esas sen söyle bir kilo pamuk mu daha ağırdır yoksa bir kilo demir mi?
Telefonu bir beyfendi açtı. “Biz lowbed taşımacılığı yapmıyoruz, taşıyamayız o kadar yükü ne münasebet hanımefendi yanlış yeri aradınız” dedi.
Sevgili yüklük anlaşılan o ki yine sen ben ve yüklerimiz kaldık baş başa iyi mi? Ee daha daha nasılsın, hafifledin mi?
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.