
Herkes şehirlerde kendinden bir şeyler arar. Şu mübarek şehirlere yiyip içmeye giden bir ben miyim zaar!
Urfa, bilinmez ki kaç bin yıl önceleri kurulmuş. “Nuh Tufanı’ndan sonra sekizinci şehirdir,” der sevgili Evliya Çelebi. Havasını suyunu, gökyüzüne en yakın arzı turâbın bu Harran olduğunu ifade eder. Kadınlarının hoşluğu, kumaşlarının latifliği, fıstığı ceylanı suyu derken, anlatır da anlatır. Zannedersin ki âlemde başka da bir harika şehir yoktur. Varsa yoksa, İbrahim Aleyhisselam’ın mağarasından billur sular akan, göz göz balıklı, bahçe bahçe güllü muhteşem tek Urfa’dır.
Arkadaşlar kinayeyle soruyor “Taa Urfalara gittin de, diyettesin diye ciğer de mi yemedin mi!? Şaşılacak şey!”
Niye yemeyeyim ciğerim! Bitli çarşıda Ali Baba diye gayet kirli, açıkta ve ucuz bi ciğerci buldum. Tabiata aykırı davranmak icabetti, “Bu kirlilikten ölseler kendileri ölürdü, madem ölmemişler…” diye düşündüm. Ama ki lezzeti lezzetti! Diğerlerine misliyle fark attı zannımca. Ve lakin Evliya Çelebi’den hallice hikâyeler yaşadım:
Tam oturmuş, çırağın kara elleriyle tutup getirdiği lavaşaya yumulacağım, çarşının çift kattan mürekkep bu yana yan dizilmiş ciğer hanelerinin üstünden bir patırtı vü figân koptu. Başımızdan aşağı gayet yünlü yümünlü tozlar yağarken, plooof edip bir değirmi paspas mı deseeem, yastık mı deseem… Düşüp, omzumdan aşağı kendini yere vurdu!
“Nooluyor çıraklar! A ciğerci üst katta kilimci mi var da silkelerken kilimi başımıza koyverdi!” demeye kalmadan iki eli önüne ilikli kirli çırak geldi:
“Efendim ne ettiysek baş edemedik, bu kedileri çatıdan def edemedik,” dedi… Ne yani ciğerci çatısında kedi de mi olmasın! Yukardan gözün kestirip, mağuvv..mağuvv edüp, kendini tabağa mı vurmasın! İşte biraz da bu kedi ile ciğercinin samimi muhabbeti beni bu dükkançeye bağladı… Gittim geldim omzuma yumruk gibi inen kedinin şefkatini aradım, yedim… Aradım, yedim…
Bir Tatlıses de ben olur muyum diye acı yaş biberlerinden de taraf taraf çiğneyip kursağımdan indirdim ki işte, geceleri üşümeden sabah namazına kadar Urfa’nın labirent sokaklarında cirit atmamın sırrını da faş eyledim iyi mi! Çelebi’nin Erzurum’da havada donan kedisi gibi… Niye benim de bi kedili hikâyem olmasındı… Söyleyin a cânımın okuyucuları, çelebiliğimi mi eksik gördünüz yoksa evliyalığımı mı!
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Kesinlikle devamını bekliyoruz Ayşe Hanım, çok keyifli ve Urfa’ya gitmiş kadar, acı kaçak çayını yudumlamış kadar olduk. Kediler candır…
Hiç bitmesin istedik..