Malazgirt Meydan Muharebesi

26 Ağustos 1071, günlerden Cuma... Malazgirt meydanına gökten zırh, kılıç, kalkan, mızrak, ok ve yay yağmıştı âdetâ! Yürekler âkıbeti merak etmekteydi.

Hemedan ile Rey şehri arasındaki Rüzenecird köyünde bir Ağustos günüydü. Yusuf Hemedani hazretleri dünyayı teşrif etmişlerdi. Tam 23 yıl sonra, Bizans İmparatoru Romen Diyojen atlarını Hemedan’da sulayacağını söyleyerek Müslümanların halifesi ve Sultan Alparslan’ın gönderdiği elçinin sulh teklifini reddedecekti.

Genç yaştaki İmam Gazali’nin ilim ateşiyle yanıp tutuştuğu, Yusuf Has Hacib’in siyasetnamesi Kutadgu Bilig’i tamamlamakta olduğu yıllardı. Nizamülmülk, Ebu Ali Farmedî hazretlerinin sohbetlerinde pişip olgunlaşmıştı.

Gazneli Mahmud’un on yedinci seferini tamamlayarak, Türklere Hindistan kapılarını açmasından 44 yıl sonraydı. Amerika henüz keşfedilmemişti. Haritalarda mevcut değildi. İran Selçuklulara başkentlik yapmaktaydı. Britanya adasındakiler Vikinglerin açtığı yaraları sarmakla meşgullerdi.

Alkol ve domuz etine izin vermediği için İslamiyet yerine Hristiyanlığı kabul eden Vladimir’den sonra kısa süre altın çağını yaşayan ve bugünkü Ukrayna, Belarus ve Rusya’nın ata vatanı olan Kiev Knezliği zayıflamaya başlamıştı.

Birbirlerini aforoz etmekten bıkmış usanmış İstanbul’daki Doğu Roma-Bizans Patrikliği ve Batı Roma’daki Papalık Malazgirt Meydan Muharebesinden on yedi yıl evvel kesin olarak ayrılmışlardı. Bizans dînî bakımdan artık tamamıyla bağımsız hareket ediyordu.

Cesaret ve maharetiyle nam salarak Konstantinos’un dulu İmparatoriçe Evdokiya’nın gönlünü çelip onunla evlenmeyi başaran Diyojen, camileri kiliseye çevirip Bizans’ın hâkimiyet sahasını genişletme niyetindeydi.

Mısır ve Kudüs’te Fatımî devleti hüküm sürmekteydi. Müslümanların halifesini tanımıyor, Alparslan’a karşı Bizans’la iş tutuyordu.

İslam âleminde ikilik çıkaran Fatımîler’i bertaraf etmek Bizans’la harp etmekten daha öncelikli bir hedefti Sultan Alparslan için. Bizans’ın ilerlediği haberiyle Mısır seferinden vazgeçilip Anadolu’ya inildi.

26 Ağustos 1071, günlerden Cuma… Malazgirt meydanına gökten zırh, kılıç, kalkan, mızrak, ok ve yay yağmıştı âdetâ! Yürekler âkıbeti merak etmekteydi.

Elinizde kılıcınız, zırhınızı kuşanmışsınız ve meydanda duruyorsunuz. İnsandan deryanın ortasındasınız. Ve o gün hayatınızın son günü. Diri çıkma ihtimaliniz zayıf çünkü sadece size dört düşman askeri düşüyor. Elinde kılıcı, zırhını kuşanmış ve hayatta kalmaktan gayrı düşüncesi olmayan dört kişiyi haklayamazsanız, bu hayata veda edeceksiniz.

Zihniniz bir dalga dalga kabaran insan denizine, bir evdeki sevdiklerinize gidiyor: Köyünüze, annenize, çiçeği burnunda hanımınıza ve minicik elleriyle parmaklarınızı tutan yavrunuza… Kelime-yi şehadet getiriyorsunuz. Kalp atışlarınızın Allah Allah demesinden, etrafınızdaki dostlarınızdan güç almaya ve karşıdaki düşmana odaklanmaya çalışıyorsunuz. Şeytanın size vesvese vermesine mani olmak için kendinizle mücadele ettiğiniz bir sırada…

Kefen beyazından kıyafetler giymiş bir atlı çıkıyor safların önüne. Bakıyorsunuz ki bizzatihi sultanınız. İstediği takdirde, o gün yer yüzünde bulunabilecek her türlü keyif ve zevki yaşayabilecek güce sahip. Ne servetten, ne de rütbeden yana bir eksiği var. Bir nârâ koparıyor ciğerinden: “Bugün bu er meydanında şehit düşersem, beni bu kıyafetlerimle gömün!” Ve atından inip secdeye kapanıyor, “Yâ Rabbi niyetim hâlistir! Bana yardım et! Sözlerimde hilaf varsa beni kahret!”

Allah! Ruhunuzun şehadete olan iştiyakı bedeninize hücum ediyor. Bir başka sıkıyor kılıcın kabzasını parmaklarınız. Değil dört zırhlı, kırk zırhlı da çullansa üstünüze, göremez olmuş gözünüz. Kopuyorsunuz ananızdan, yurdunuzdan, sevdiklerinizden ve dünyadan. Kılıcınızla ebediyet perdesini aralamaktan, atılmaktan gayrı fikir kalmıyor benliğinizde.

Sultan Alparslan, harpte şehit düşmesi ihtimaline karşı veziri Nizâmülmülk’ü Hemedan’da bıraktığı oğlu veliahd Melikşah’ın yanına göndermişti. Elbet tecrübeli vezir devlette çıkacak muhtemel kargaşaya karşı tedbir almak için “Peki,” demişti sultanına. Demişti ama ciğeri kan ağlamıştı Malazgirt’te kalıp cenk etmediği için.

Fatımîler, Selçuklulardan aldıkları Kudüs şehrini bir yıl zarfında Haçlılar’a kaybettiler. İslam tarihine sürülmüş bir lekedir bu. Sultan Alparslan’ın basiretine işaret eder. Bugünlere de ışık tutar. Dün Kudüs-ü mukaddes, bugün Şam-ı şerif.

Sultan Alparslan casusları vasıtasıyla başkent Rey’e döndüğü haberini yayıp Diyojen’i şaşırtmasaydı, ordusuyla beraber seri şekilde Diyarbekir’den kuzeye yönelip kendisini imha etmeye gelen düşmanını hazırlıksız yakalamasaydı ne olurdu?

Bugün hepimiz mahalledeki papaz efendiye gidip günah çıkartıyor olurduk. Tabi kılıçtan kurtulabilseydik.

Kürt, Arap, Türk ve diğer milletler omuz omuza savaştılar o gün.

Peki ya biz?

Her sene vicdan azabı olur çöker üstüme Ağustos. Rey, Hemedan, Malazgirt… Sorsanız haritada yerlerini gösteremem. Binlerce kişi! Atlarına binip revân olmuşlar. Suriye’den Diyarbekir’e, oradan Malazgirt’e. Kavurucu güneş altında. Yetmemiş! Kendilerinden dört kat daha kalabalık bir orduyla savaşmışlar. Tabağımdaki yemekten utanıyorum Ağustos aylarında. Elde kılıç kalkan taşımak şöyle dursun, turistik gezi maksadıyla klimalı araçta gidelim deseler bin kere düşünür insan.

Tarihçi Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi kitabında, “Malazgirt Muharebesi, Bizans tarihinin en tayin edici felaketidir,”[1] der. Norwich “yedi buçuk asırlık mevcudiyetinde İmparatorluğun maruz kaldığı en büyük hezimet” şeklinde tarif eder[2].

Bize zaferse Diyojenlere hezimettir.

Bize fetih olan, Diyojenlere işgaldir.

Dost düşman, bütün tarihçiler Alparslan’ın o Cuma günü meydana kefen giyerek çıkmasının ve yaptığı hitabetin askerler üzerinde son derece tesirli olduğunu teslim ederler. Allahü teâlâ sözlerine nasıl bir tesir yaratmıştır!

Sultanımız, esir edilip huzuruna getirilen Diyojen’i affetme âlîcenaplığını gösterdiler.

Biz Diyojen’in eline düşsek ne olur? Allah göstermesin.

Sultan Alparslan, ondan öncekiler ve ondan sonrakiler… Ömürlerini, canlarını Allah yolunda feda eden bütün şehitlere yüce Allah’tan rahmet diliyorum.

Şefaat kapısını açık bırakıp mübarek ecdadımıza kavuşma umudunu bahşeden Rabbimize hamd olsun. Yoksa içinde hapsolduğum bu konfor köşesinden cenneti hak etmek zor olurdu.


[1] Runciman, Steven (1951). A History of the Crusades Vol. I. The First Crusade and the Foundation of the Kingdom of Jerusalem. s. 64.

[2] Norwich, John Julius (1997). A Short History of Byzantium. New York: Vintage Books. s. 242.


Diğer İçerikler:

Ağlamayı Özledim (Şiir)

Annem… (Kadına… ve anneye bir yazı…)

Mükemmeliyet (Herkes mükemmel olmak ister…)

Seni Özlediğim Kadar (Şiir)

Önyargı ve Mike Tyson (Şampiyon olmak…)

Masal Yıldızı (Şiir)

Serâzât.com’da sadece Necip YILDIRIM’ın şiir ve makaleleri yer almaktadır. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz ve neşredilemez.

Ads