
İlk yazım…
Biraz heyecanlıyım, ellerim terliyor. Kelimeler ve cümleler çocukken o sıkı sıkı sarıldığım renkli balonun, elimden uçup gitmesi gibi kafamın ücra köşelerinden göğe yükseliyor. Onları tutamıyorum. “Ne oluyoruz yahu, gelin buraya” deyip yakalamaya çalışıyorum. Elime “Ben neredeyim, evim nerede?” soru cümlesi geçiyor, alıp onu oturtuyorum karşıma. Gel, bugünün talihlisi sensin. Masanın üzerindeki pembe çiçekleriyle dikenler tacı göz kırpıyor, nam-ı diğer Neşe. Ben varken yani neşe dururken nereden çıktı bu soru diye itiraz ediyor. Öncelik sırası onun, sen şimdi biraz kenarda bekle.
Ben neredeyim? sorusu sizi de bir dizi/film sahnesine götürdü mü? Oyuncu bayılır, hastane odasında uyanır, garip ve korkak gözlerle bakarak etrafındakilere sorar: “Ben neredeyim?” Peki bu bir dizi sahnesi değilse, insanı hayatı boyunca yoklayan, kabuk bağlayıp iyileşen ama iziyle her gördüğünüzde size kendini hatırlatan bir yaraysa? Yerini bulamamışların sorusu bu, peki cevap nerede? İnsanlarda aradım. Bazı insanları evim belledim. Evin pencere önüne kalanşolar, sardunyalar, güller diktim. Bahçesinde bir kameriye, dalına kızılgerdan konan bir erguvan ağacı, girişte pembe bir begonvil ve mavibaştankara sesi. Evim bellediklerimden kovuldum. Öyle birden olmadı, yavaş yavaş. Bir müddet soru işaretinin yerini düz cümleye bırakan soru da benimle yola revan oldu böylelikle. İnsanlarda cevabı yok, aramaya devam ettim.
Tabiatta aradım. Balta girmemiş ormanlarda, “kimsenin oraya gitmek aklına gelmemiştir nasıl olsa” dedim. Belki kuytu köşelere saklanmıştır cevap. Kaf Dağının tepesinde, aşıkların birbirlerini bekledikleri çeşme başında, denizin derinliklerinde, pamuk şekerli bulutların içinde, güneşin ısıtan sıcaklığında, karın o akıl almaz geometrik taneciklerinde. Tabiatta cevabı yok, aramaya devam ettim.
Etrafımda aradım. Gece yarısı yağmur birikintisinde ayaklarını şapırdatan gençlerin neşesinde, kırmızı pabuçlu beyaz dantel çoraplı kızın gülen yüzünde, ağlamaktan gözleri şişen vapurda uzaklara dalan o ela gözlerde, yaşlılıktan kırışan, tutunca insanın sadece elini değil içini de ısıtan o bembeyaz ellerde aradım. Etrafta da cevabı yok.
Ömür boyu nereye gitsem benimle gelecek bu soru besbelli. Kabul ettim. Feride’nin Cevaplar Kitabı olsaydı elimde bulabilir miydim cevabı bilmiyorum. Seneler evvel bir yerde otururken, beni belki hayatında bir veya iki kere görmüş olan kişi şöyle dedi: “Neden sandalyenin kenarında oturuyorsun her an kalkıp gidecekmiş gibi.” Neden sandalyenin kenarında oturuyorsun her an kalkıp gidecekmiş gibi. Neden sandalyenin kenarında oturuyorsun her an kalkıp gidecekmiş gibi. O, bu cümleyi bir defa kurdu lakin binlerce defa yankı buldu. İçime mıh gibi saplanıp kalan ve ara ara kendini hatırlatan. Cevabını biliyorum artık, evimi arıyorum. O zaman da arıyordum. Evini arayan ve gittiği her yerde misafir olan kişi o koltuğa hep eğreti oturur. Her an kalkıp gidecekmişçesine. Anda kalmakla kalkıp gitmek arasındaki o iç sıkıntısı. Gitme vaktinin geldiğini sana hatırlatan bir can sıkıntısı. İnsanın evi gibisi yok çünkü.
Şimdi bir rezidansın 7. katında yazıyorum bütün bunları. Burası da benim evim değil. Evim nerede benim? Ben neredeyim?
Dipnot: Anlaşılan o ki GPS devre dışı. Mevcut konumu bulursam (belki bir gün, neden olmasın) paylaşırım.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Ben neredeyim? Çok mucibi şâyan ve etkili bir dil ile yazılmış. Devamini bekliyoruz efendim. Arayışta olmayı öyle güzel özetliyorki sandalyenin ucunda oturmak, hayırlı olsun…
Teşekkür ederim yorumunuz için, sağ olun.🌸