Hayat

Dünyaya Yaşamak İçin Gelmedik

Geçenlerde bir Allah adamının sözü gözüme ilişdi. “Cenâb-ı Hak bizi bu dünyâya yaşamak için göndermedi. Bu dünyâya ölmek için gönderdi.” diyordu. Son zamanlarda beni böyle sarsan bir söz işitmemişdim. “Ne kadar da doğru!” diye düşündüm. Öyle ya, yaşamak için gönderilmiş olsak, daha yaşamadan, çocukken, hattâ ana karnında ölenler için ne diyecekdik? Hem hangimizin elinde, istediğimiz kadar yaşamaya senedimiz mi var? Lâkin ölüm öyle değil. Eninde sonunda, öyle veya böyle, ölüm mukadder…

Kimimiz onlu, yirmili, otuzlu, kimimiz kırklı, ellili, kimimiz ise altmışlı, yetmişli veya daha ileri yaşlardayız. Peki, ölmek için yaşamak ne demek? İşte bunu açıklayan, aldığımız ve verdiğimiz her nefese bir ma’nâ katan ve değerli hâle getiren, makalemizin başında nakl etdiğimiz sözlerin sahipleri. Onlar, yolumuzu aydınlatanlar. Bu dünyânın malına, parasına, şöhretine ehemmiyet vermeyenler. Geçilip gidilecek köprüye bağlanmayıp, himmetlerini karşı kıyıya teksîf edenler.

Maalesef günümüz insanı, ölüm kelimesini duymağa tahammül edemiyor. Kavuşmak için yanıp tutuşduğu huzuru, ölümü unutmakda arıyor. Şehir içinde mezarlık görmek istemiyor. Onu, en uzak bir köşeye atıyor. Geçen gün vefât eden en samîmi bir arkadaşımı, 40 kilometre ötede bir kabristana defn edebildik. Bu gidişle yakında, gün içinde gelip giderken bir Fâtiha okuyacak mezarlığa rast gelemiyeceğiz. Böyle böyle ölümü unutup da huzura kavuşmayı beklemenin, ne kadar büyük bir aldanma olduğunu anlamaya, acaba ömrümüz yetecek mi?

Peki biz hiç yaşamayacak mıyız? Yani şöyle endişesiz, dertlerden uzak, nimetler içinde, ölüm korkusu olmadan bir hayat yok mu? İşte bunun cevabı, yine yukarıda naklettiğimiz sözün devamında buyuruluyor:

“Yaşamak, öldükten sonra olacak. Nasıl olacak? Eğer Cennet’e girmek nasip olursa, orada hastalık yok, doktor yok, hastane yok, mahkeme yok, anarşi yok, terör yok. Yok oğlu yok. Ne var? Ne yok ki orada? Allahü teâlâ Cennet’te zuhur ettiği zaman, insanlar kendilerinden öyle bir geçeceklermiş ki, üçyüz âhiret senesinden sonra akılları başlarına gelecekmiş. Hem de âhiret senesi, artık kaç milyon dünya senesi eder kim bilir? Öyle bir zevk ki, bir an gibi gelecekmiş. O zevk varken, değer mi bu para zevki, değer mi bu mevki zevki, değer mi bu dünya zevki? Hakiki o zevk varken.”

Evet işte yaşamak bu. Ama kimler için? Ölümden evvelki ilk hayatında, bu ikinci hayatı hak edenler için. Dünyâyı bir imtihan bilip, kimseye zulmetmeden, Yaradan’ının gösterdiği yolda yürüyüp, bu imtihandan yüzünün akıyla çıkanlar için. Yani, sıkıntı çekmeden ferahlığa erişilemeyeciğini, külfetsiz nimete kavuşulamayacağını, bu kâinâtın abes olarak, boş ve oyun için yaratılmış olamayacağını idrak edip, hakkı teslim edenler, gerçeği kabul edenler için.

Bunun için atalarımız, şehirlerde, mezarlıklarla iç içe yaşamışlar. Camilerin hazirelerine, evlerinin bahçelerine, mahalle içi kabristanınlara defnedilmişler. Evlerine, konaklarına girerken çıkarken bu mezarlıkları görüp, birer Fâtiha okumuşlar. Bugünkü insanların aksine, ölümü unutmamak için, herşeyi yapmışlar.

Böyle bir cemiyetin içinden çıkan yöneticiler de, boş arazileri, bina yapılacak bir kazanç kapısı olarak görmeyip, güzel ahlakın kaynağı olan Allah sevgisi ve korkusunu her an hatırlatacak mezarlıklara tahsis etmekden hiç gocunmamışlar.

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

2 Yorum

  1. Doğmak ölümün habercisidir. İnanan insanlar için yukardaki yazı işaret olarak yeter. İnanmayan neler kaybettiğini bilse pişmanlıktan beyni akar.
    Ölümü hiç değilse bir defa da hatırlattığı için bu yazıya teşekkür ederiz.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu