SanatHatıraPsikoloji

Kırmızı Lale

Sizi bu defa çok da mükemmel bir ebru ile selamlayamadım kıymetli okuyucular.  Bu kırmızı lale yine bir ebru dersinin mahsulü. Battal ebrulardan sonra daha yeni çiçekler yapmaya başlamıştık. Yaptığım ilk çiçeklerdendi bu  iri saplı, boyası akmış, çiçek kısmı fazlaca iri kırmızı lale. Yaptıktan sonra yüz ifademden pek de beğenmemiş olduğumu gören hocam; “Neden beğenmedin ki, kainatta da çeşit çeşit çiçek var. Hiçbiri de birbirinin aynısı değil, kiminin yaprağı eksik, kiminin dalı eğri. Mükemmel olan yalnızca kainatın sahibi. Ondan başkasının mükemmel olmak gibi bir iddiası olamaz. Hâşâ bu büyüklenmek, üstün görmek olur. Bırak senin lalen de hafif iri olsun” 

Çok manidar gelmişti. Tekne başında yapılan hiçbir ebru birbirine benzemez elbet. Sadece cüzî irademiz kadar müdahale edebiliriz. Gerisi kitreli suyun akışına kalmış. O size ne vermek isterse payımıza onu alıp kabul etmek düşer. Sahi bu yaptığım laleden artık sadece bir tane var. Neden mükemmel olmak zorunda olsun ki. Onu da benim lalem yapan orantısız çizilmiş yaprakları, iri kondurulmuş çiçeği olsun…

Konuyu bu kadar açmışken arzu ederseniz biraz tekne başında çiçek yapımından bahsedelim;

Her işin bir usulü olduğu gibi, teknenin başına geçtiğimizde de belirli tertipleri izlemek gerekiyor demişti ebru hocamız. Eski ustalar ebru teknesinin başına geçmeden, evvela abdest alır ve şöyle dua ederlermiş; “İlahi Ya Rabbi! Bu teknede zuhur edecek olan nakışlarla hikmetini idrak etmekte aciz bu kulunun, nefsine aldanıp benliğini azdırmasına izin verme. Nefsimi gizli şirkten ve baş olma sevdasından koru, bu fakiri “Kelime-i Tevhid’in” sırrının edebiyle teçhiz et! Bu tekne başında mesaiyi senin zikrinle yücelt ve sana olan kulluğumun bir nişanesi olarak kabul et. Destur Ya Hak” Duanın inceliğine bakar mısınız? Yapan ben değilim, yaptıran sensin idrakinde olmak…. Biz toy yürekler yoldayken üstadlar varmış bile…

Temiz niyet ile başlanmış yola, tekne başına demir atarak devam ediyoruz. Kitre ile kıvam almış suyumuz hazır,  öd damlatılmış boyalarımız bekliyor.  Kahverenginin hası çamlıca toprağıdır, Lahor çividi mavi rengin atasıdır. Her biri kainatın renklerinden nasiplenmiş boyalar… Önce idrak etmeli sonra geçmeli tekne başına… Boyaların hazır olduğuna kanaat getirildikten sonra üzerine çiçeğin nakşedileceği temiz bir zemin hazırlanır. Artık çiçeği kondurmak için gerekli tüm hazırlıklar tamamlanmıştır. “Biz“ dediğimiz metal çubuğa yeşil boya alınır,  bir sağa bir sola ahenkli hareketlerle dallar çizilir. Sonrasında çiçek kısmı için boyadan kondurulur dalın ucuna. Usulüne uygun hareketlerle şekil verilir. İster lale yaparsınız ister gelincik yahut papatya… Yaparken fazlaca oyalanmamaya da dikkat etmeli, ebru öyle bir sanattır ki hem çok acele etmeye gelmez, hem de çok geniş hareketi kaldırmaz. Bakarsınız düşüvermiş teknenin üzerine havada uçuşan tozlar, yapıvermiş boyaların üzerinde minik boşluklar. Şikayetimiz yok, yeryüzündeki her eser gökyüzünden nasibini alacaktır elbet…  Çiçeğimiz artık hazırsa geriye sadece kağıda çekmek kalmıştır. Kağıdı dikkatli hareketlerle alıp, sakince çekmeniz gerekir. Aksi halde büyük bir hava boşluğu çıkabilir kağıdın yüzeyinde. Olsun payımıza düşenin hepsi nasiptir. Hoş mükemmeli yakalamanın tasasında da değiliz…

Cahit Zarifoğlu yazmıştı ya  “Bitmiş yoğurt kaplarına çiçek ekilen bir çağda yaşamak isterdim. Her şeyin mükemmel olmak zorunda olmadığı bir çağda” 

Gereksiz gösterişin, ışıltıyla göz boyayan hayatların samimiyeti gölgelediği bir devirde yaşıyoruz. Herkes bir şeyleri imkanı nisbetinde yapma gayretindeyken sanki mükemmel olmayanın kabul görmeyeceği gibi bir algı…  Evler aynı, sunumlar aynı, mekanlar, giyimler, konuşmalar her şey aynı… Sanki göze hitap eden, belli bir standart var ve herkes ona uygun yaşamak zorunda gibi bir dikte mevcut. Sahi düşündüm de şık bir saksıya ekilen sardunya mı, yoksa bitmiş bir yoğurt kabına ekilen sardunya mı daha güzel görünür göze? Şık saksı belki de gölgeliyordur sardunyanın kendi güzelliğini. Belki de sardunya kendine has rayihası, endamı ile güzeldir. Belki de asıl aradığımız samimiyetdir. Yanıltıcı güzellikler, hologramlı görüntüler yormuştur belki de ruhumuzu. Belki de bundan böyle bizim sadece bize benzemeye ihtiyacımız vardır !..

Standartlarımızı yeniden gözden geçirmek gerek. Bakış açımızı değiştirmek, daha farklı sorular sormak, mükemmel olanın her zaman ideal olmadığını, güzel olanın her zaman göze hitap etmek zorunda olmadığını bilmek iyi gelecek bize. Çünkü samimiyetin reklama, içtenliğin gösterişe ihtiyacı yoktur.  Metalaşmış idealler ve her zaman her şeyin en mükemmelini yapma isteği insanı gizli enaniyete iter ki sonu uçurumdur. İşini iyi yapma arzusu ile mükemmeliyetçi olmak birbirine karıştırılmamalı. Aczinin idraki ile emek verilmiş her güzel iş hakiki menzile varır. Samimiyet ve sadelik en nihai mükemmelliktir. Mükemmeliyetçilik diye adlandırdığımız belki de enaniyeti gizlemek için çekilmiş bir perdedir kim bilir? 

Kırmızı lale ile başlayıp, yoğurt kapları ile genişletip, mükemmeliyetçilik ile bitiriyoruz. Biraz fazla dağıttık sanki konuyu toparlasak mı? Neyse, bırakalım dağınık kalsın…

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Rumeysa Şeker

Talebe. Okur. Ebruzen.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu